Zekeriye Ceylan ile sözlü tarih görüşmesi

1940 yılında Erzurum’un Yürekli köyünde dünyaya geldim. 1975 yılında Bursa’ya geldik. Babam Süleyman Ceylan Kars’ta iyi esnaflardandı. Marangozlar ve Mobilyacılar Dernek başkanı, Sanayi Kooperatifi başkanıydı. Memlekette bazı sorunlar yaşadı, kırıldığı şeyler oldu. O da Erzurum’dan ayrılarak Bursa’ya yerleşmeye karar verdi. Işıklar Askeri Lisesi’nin altında, itfaiye binası ile cadde üzerindeki çeşmenin arasında ki ev bizim evimizdi. Caddeye bakıyordu. Evimizin bulunduğu sokak yukarıya kadar çıkardı ve adı Tayfun Sokak’tı. Şimdi o sokak gitti, evler yıkıldı. Evimiz çok güzeldi ama uzun süre oturamadık, lise orayı istimlak etti. Babam ayrıca lisenin karşı tarafının arkasında yani Musababa Mahallesi’nde de bir arsa almıştı, şimdiki Yemişli Sokak’ta, oraya taşındık.
Babam arsayı aldığında yerini ben hiç görmemiştim. Babama yeri önerenin kardeşi beni arsayı göreyim diye götürdü. Piremir İlkokulu’nun yanına gittik, oradan ileriye zaten gidemezsin. “Bak şu aşağıda yemiş ağaçları var ya işte orası” dedi. Ben döndüm adama kızdım. “Sen benimle oynuyor musun?” dedim. “Vallahi burayı almış” dedi. “Dalga mı geçiyorsun, burada ev olur mu?” dedim. Hani derler ya balta girmemiş orman diye, aynen öyleydi. Bizim evin oradan Piremir’e gitmeden orası büyük bir dereydi. Çeşit çeşit ağaçlar, dikenler, bildiğin ormandı. Ben orada ev olur diye hiç düşünmedim. İnsanlar ev yapmaya başladıkça biz de geldik orada ev yaptık. Biz evi ilk yaptığımızda eve iki üç basamakla çıkılıyordu. Aşağıya siteler yapılırken arabalar gelip gittikçe yola batıyordu. Bu sefer adam getiriyor bir araba taş döküyor, ondan sonra bir başkası yine inşaat kamyonları vs. rahat gitsin diye yine bir araba taş getirip döktü. Yol böylece gittikçe yükseldi. Bir daha da kazılmadı. Şimdi apartman girişimiz yolla bir oldu. 1984-1985 yıllarında da sokağımıza asfalt döküldü.
Biz Musababa Mahallesi’ne yerleştiğimiz mahallede iki tane komşumuz vardı. Biri Nazım Hoca rahmetlik oldu, diğeri Akif (Dursun) Hoca halen oturuyor, birde babam. Mahallede su yoktu. Askeri lisenin mutfak tarafından belediyenin de izniyle ilk suyu babamlar getirdiler. Elektrik direkleri 1978 yılında dikildi, tel yoktu. Teller yapıldı, cereyan gelmedi. Telin, cereyanın gelmesi de şöyle oldu: O zaman burada Karslı bir vali muavini vardı. Babamla da çok iyi görüşüyorlardı. Onun vasıtasıyla belediyeye başvurduk, tel çektiler. O arada belediye encümeni mi değişti bir şey oldu, gerisi kaldı. Teller çekildi, elektrik gelmedi. Zaten o zaman elektrik evden eve geçerdi. En başta Akif Hoca vardı, ondan diğer evlere sırayla elektrik giderdi. Vali muavininin yönlendirmesiyle tekrar belediyeye ben gittim ve dilekçe verdim. Belediyeden geldiler telleri kontrol ettiler, test ettiler ve nihayet elektriğimizi açtılar. Böylece mahalleye elektrik gelmiş oldu. Elektrik evden eve gittiği için birinin sigortası attığı zaman diğerinin elektriği de giderdi. Bir arıza iki üç evin elektriğini götürüyordu. O zamanlar bulaşık makinası, çamaşır makinası yoktu, olsa da neyle çalıştıracaksın. Televizyonu da biz Kars’ta almıştık. Kars’ta kayıtlı televizyonların 1 numaralısı PTT müdüründe, 2 numaralısı da bizdeydi. Bayağı da büyük bir anteni vardı, onu da gelirken getirmiştik. Tayfun Sokak’taki evimizde durum iyiydi. Cereyan vs. düzen vardı, Musababa’ya geldiğimizde durum daha zorlaştı. Düzen kurmak zaman aldı.
Bizden sonra zamanla mahalleye yerleşenler çoğaldı. Musababa Camisi’nden yukarı taraflarına yerleşen komşularımız genelde Bursa dışından gelen kimselerdi.
Biz mahalleye geldiğimizde çocuklar Piremir İlkokulu’na gidiyorlardı. Çocuklarım Piremir İlkokulu’nda okudu. Kardeşlerim Namazgah’ta orta okula gitti. Dört tane kızım, bir oğlum var. Kızlarımın üçü Kız Lisesi’nde, biri Çelebi Mehmet’te okudu. Sonra üniversite okudular.
Cami olarak Piremir Camisi’ne gidiliyordu. Sonradan Şeyh Şamil Camisi yapıldı. Musababa Camisi yoktu, yıkık bir minareydi. O sonradan yapıldı. Piremir Camisi cemaate yetiyordu.
Mahalleye vesait çok seyrek çıkardı. Hayvancılık işi yaptığımız için bende bir Anadol kamyonet vardı. Sabah evden çıkınca arabayı gören gençler kamyonetin içine dolar, Setbaşı’nda hepsi inerdi. Karı koca kiracım vardı onlar, kardeşim Erkek Lisesi’nde memurdu o, bir de ben hepimiz kamyonetin şoför mahallinde Setbaşı’na kadar inerdik. Onları Setbaşı’nda bırakır, ben devam ederdim. Dediğim gibi mahallenin gençleri de kamyonetin arkasına binerdi. Sonradan vasıtalar çoğaldı ve gidip gelme kolaylaştı.
Babam Bursa’ya geldiğinde hayvancılık yaptı. Panayır’da bir yer aldı ve hayvanlar için bir yer yaptı. Bakıcılar tuttu. Ancak hayvancılığı uzun süre yapamadı ve Setbaşı’ndan Namazgah’a doğru çıkarken orada caminin karşısında bir bakkal dükkanı açtı. Daha sonra bakkalı Musababa Mahallesi’nde ki evimizin altına taşıdı. Orada da bir müddet bakkalcılık yaptı. Mahalledeki ilk bakkal babamın açtığı bu bakkaldı. Çukur Bakkal derlerdi. Zaten mahallede çok fazla bir yerleşim olmadığı için başka bakkal yoktu. Veresiye yazdırma vardı o zamanlar. Babamın işi olduğu zaman dükkâna annem bakardı. Okuma yazması yoktu ama çok zeki bir kadındı. Kendi yazısıyla o işaretlerdi ve babam geldiği zaman ona filanca şunu aldı, bunu aldı diye söylerdi.
Bakkal da muhitin düzenine göre kuruluyordu ve her şey bulunmuyor. Mahallenin ihtiyaçlarına göre bakkalda satan şeyler değişiyordu. Adam evine giderken ne lazımsa alıp gidiyordu. Bir de şimdiki gibi kolaylık yoktu. Şimdi toptancılar kapına kadar geliyor, ne istersen getiriyorlar. O zamanlar toptancıya giderdin, alacaklarını seçerdin, araban varsa yükler getirirdin, yoksa da onlar bir gün sonra gönderirlerdi. Sigara alabilmek için kuyruğa girerdin, sigara alamazdın. Vesait sorunu önemli bir sorundu.
Mahalleli pazar alışverişi için çarşıdaki pazara giderdi. Arabalarla satıcılar gelirdi. Her yerde olmasa da bazı yerlerde ufak tefek manavlar olurdu, oralardan alışveriş yapılırdı.
Zamanla mahalle kalabalıklaşmaya başladı. Aşağıda Öncel Siteleri yapıldı. Şöyle örnek vereyim. Babam dışarıda ya da girişin hemen üstündeki katta, balkonda otururdu. Oradan geçerken babama laf atmayan, konuşmayan kimse olmazdı. Ama şimdi hiç kimse başını kaldırıp kimseye selam vermez. Eskiden hıdrellezlerde kardeşlerim komşularla beraber ateş yakar, atlarlar, oynarlardı. Şimdi öyle bir şey yok. Herkes bayram şekeri toplamaya giderdi, onlardı bitti. Yani komşuluk tamamen bitti. Kiracını bile tanıyamıyorsun. Gelip gitme olmayınca insanların iyiliğinin ne faydası var. Seni insanlar iyi de bilse gelmiyor, gelemiyor, olmuyor. İnsanlar arasında irtibat yok. Bizim ilk geldiğimiz zamanlarda komşular derdi ki “Altıparmak’ta öyle oluyor ki bir gelin elbisesiyle merdivenden aşağı iniyor veya yukarı çıkarken aynı anda da bir cenaze tabutu merdivenlerden yukarı veya aşağı indiriliyor”. Yani adamın biri ölmüş ama kimsenin haberi yok. Bize bunlar çok ayıp gelirdi. Ama şimdi aynısını bizler yaşamaya başladık. Kimsenin kimseden haberi yok. Ne düğününden haberin oluyor, ne cenazesinden. Eskiden mahalleden bir cenaze çıktığında orada düğün yapılmazdı. Şimdi apartmandan cenaze çıkarken, gelin ve damat cenazeye yol veriyor. Cenaze varmış, yol verelim. Birbirlerinden haberleri yok ki insanların.
Mahallemizde Karadenizli, Erzurumlu, Güney Doğulu, Karslılar vardı. Ancak komşular arasında asla bir ayrım yoktu. Komşuluk ilişkileri sorunsuzdu. Kız alıp vermeler olurdu, soy ayrımı yoktu. Sadece mesela düğünlerde Karadenizliler horon, Karslılar Kafkas oyunu, Erzurumlular bar oynarlardı. Oyunundan hangi memleketten geldiğini anlardın. Fark sadece orada ortaya çıkardı. Asla kültür çatışması yaşanmamıştır.

ARAMA YAP