Sivas iline bağlı Divriği ilçesinde 1927 yılında dünyaya geldim. İlkokulu bitirdikten sonra Sivas Yıldızeli Pamukpınar Köy Enstitüsü Öğretmen Okulu’na 1943 yılında kaydımı yaptırdım ve 1947 yılında mezun oldum. Kendi memleketimde sekiz sene öğretmenlik yaptıktan sonra, yedek subay olarak askere alındım. Görevim bittikten sonra Keles’e bağlı Haydar Köyü’nde dört sene öğretmenlik yaptım. Bu köyden dört tane öğretmen çıkardım. Bundan sonra Fodra, Cumalıkızık köylerinde okul müdürlüğü ve öğretmenlik yaptım.
Cumalıkızık köyünde çalışırken 01.10.1962 senesinde Bursa’nın Karamazak Mahallesi Cihangir Sokak’ta bir gecekondu evi satın aldım. Böylece Karamazaklı oldum. Sonra da tayinimi Bursa’nın içine yaptırdım. Bursa’nın Hürriyet Mahallesi Hürriyet İlkokulu’nda üç sene çalıştıktan sonra evime yakın olan Namazgah İlkokulu’na geldim. Burada beş sene çalıştıktan sonra 1974’de emekliye ayrıldım. On sene kadar da özel okul ve dershanelerde çalıştım. Artık yeter diyerek öğretmenliğe son verdim. Mahallenin ilk yerleşenlerinden sayılırım. Şu anda ana yaşım seksen yedidir. Mahallenin en yaşlısı sayılırım.
1962 yılında bu mahalleye geldiğimde yol yoktu. Hep patika yollar kullanılırdı. O yüzden odunlarımızı eşek ve atların sırtında taşırdık. Komşuların çocukları gelir odunu eve taşır, biz de onları hoş karşılar ve elimizden geldiği kadar ikramda bulunurduk. Bizim eve gelirken yolun üstünde bir fabrika vardı. Ben bu fabrikanın arkasındaki patikadan eve gelirdim. Benim geldiğim yıllarda mahallede Osman Ağaların dokuma fabrikası vardı. İlk zamanlar dokuma fabrikalarının takur tukur gürültüsünden uyuyamazdık ancak sonradan bu fabrikalar sanki çalışmıyorlarmış gibi sesleri kulağımıza hiç gelmez oldu; alıştık. Bir de bizim evin üzerinde Mustafa Okuroğlu’nun dokuma fabrikası vardı. Sonra bu dokuma fabrikasını ateşe verdiler. Kimin yaptığını hiç öğrenemedik. Bina yanarken çiviler bizim binaların üzerine atlamaya başladı. Evimiz yanacak diye korktuk, evimizdeki eşyalardan halı, kilim, yastık ne varsa pencerelerden aşağıya attık. Bizim evin sağında Esmer Turhanlar diye birisi vardı, solumuzda yine Bulgaristan’dan gelmiş göçmenler vardı. Buralar hep ormandı, doğru düzgün yerleşim yoktu. Şu anki Özlem Sitelerinin bulunduğu yer çam ormanıydı. Ormanın içinde bir ev vardı ve Semerci lakaplı bir bey yaşardı. Bu bey orasını bir müteahhitte verdi ve ormanın bulunduğu yere kocaman siteler yapıldı. Semerci o ormanın içinde tavuk ve çeşitli hayvan bakardı. Çocuklar evine yaklaştığı zaman onlara taş atardı.
Az önce dediğim gibi doğru düzgün yol yoktu. Mustafa Okuroğlu fabrikası yanınca yerini Selahattin Celep diye birine sattı. Ben o zaman Hürriyet İlkokulu’nda öğretmendim. Bir de baktım ki bir komşunun evinin önünden duvar çekiyor. Orada bir patika vardı ve sadece bir köfün geçecek kadar bir yoldu, odunumuzu oradan geçiriyorduk. Baktık ki sadece bir insanın geçebileceği kadar bir yer bırakmışlar. Dedim ki; buraya duvar çekiyorsunuz ama bunu biraz geriye çekin, biz at veya eşekle getirdiğimiz odunları buradan geçiriyoruz. Beni dinlemedi, işçileri de çoktu bir hayli duvarı ilerletti. Ben de gittim şikayet ettim. Meğer orası yol yeriymiş, adam haksız çıktı. Duvarı yıkmak zorunda kaldılar. Bunun neticesinde mahkemelik olduk. Duvarı geri çekti ve taa başa kadar o duvarı ördüler. O duvar halen Işıklar Caddesi’ne sınır olarak duruyor ve merdivenlerle Işıklar Caddesi’ne çıkılıyor.
Buralar hep bahçeydi. Şurada burada birkaç tane gecekondu vardı. Buraya çok kar yağardı. Çocuklar bu bayırlarda kızak kayarlardı. Hatta mahallenin kadınları bile kızak kaymaya çıkardı. Evlerden merdiven getirirlerdi. Mahallede komşuluk vardı. Herkes birbirine gidip gelirdi. Birbirlerini çok severlerdi, birbirlerine çok yardım ederlerdi. Ne zaman ki bu apartmanlar oldu artık kimse birbirine gelip gitmemeye başladı. Hatta bu apartmanda bile iyi konuştuğun biri varsa bayramda gelir, yoksa gelen olmaz. Senin akraban yoksa bayramı tek başına yaparsın. Çok şükür benim iki oğlum, iki kızım var. Onlardan 7 tane torunum ve torunlarımın da çocukları var. Çok kalabalık bir aileyiz.
Komşularımızdan hatırladığım Pinti Osman vardı. Benimle birlikte müteahhitte yerlerimizi verdiğimiz Esma Abla vardı. Karşımızda koza işi yapan Mustafalar vardı. Evler birbirine çok yakın değildi.
Fabrika sahiplerinin evlerinde su vardı. Mustafa Okuroğlu’nun fabrikasında su vardı. Hatta fabrikanın dışında da bir su vardı. Bizim evimizde su yoktu, çocuklar gider oradan su getirirlerdi. Bir gün çocuklar gitti baktı ki su almayalım diye çeşmenin etrafını dikenli tellerle çevirmişti. Bunun üzerine ben eve su almaya karar verdim. Burada yakınımızda da Mehmet Türk diye bir komşumuz vardı. Onun o anda imkanı yoktu ben yardımcı oldum ikimize bir parmak suyu bölerek bağladılar. Bir hafta sonra geldiler bir parmak sudan iki eve su veremeyiz dediler. Biriniz bu suyu alacak diğeri tekrar döşetecek dediler. Bende, komşuma suyu ben bağlattım, ona ikram yaptığım için onun ki kalsın ben evime tekrar su döşetirim dedim. Tabi su alana kadar bizim suyumuz yoktu. Bir iki defa onun evine su almaya gittik. Demesin mi ben evden su vermem diye. Ben onun evine su aldım, o bana su vermedi. Tabi apartmanlar dikildikçe evlere su geldi. İlk dikilen apartmanlar 1980’li yıllarda Semerci’nin yerlerine yapılan Özlem Siteleridir. Orası bir kooperatif yeridir. Müteahhitleri Mehmet Sakallığolu ve Tuncer Dikencik’ti. Müteahhitler burayı bitirince bende arsamı 1990’lı yılların ortalarında noterde sözleşme yaparak bu müteahhitlere verdim. Bunlar inşaata başlamak için kepçelerle yolları açtılar. Diğer arsa ve gecekondu sahipleri de bizi görerek gecekondu evlerini ve arsalarını müteahhide verdiler. Kısa zamanda mahalle apartmanlarla doldu. O güzelim ormanlar, bahçeler ve yeşillikler yok oldu. Her taraf betonlaştı.
Mahallede televizyonu ilk önce ben aldım. Komşular toplanır bize televizyon izlemeye gelirlerdi.
Mahallede Bulgaristan ve Romanya göçmenleri vardı. Ayrıca Bursa’nın dağ köylerinden gelenlerde vardı.
Hıdrellezde genç kızlar ormanda toplanır, ateş yakar üzerinden atlarlar, yer içerlerdi. Sevdikleri ailelerin kapılarına gül, sevmediklerinin kapısına ise diken takarlardı. Bazen mahalleliler bir araya gelir, herkes evinden yiyecekler getirir hep beraber yerlerdi. Benim bahçemde elma, erik, dut, şeftali ağaçları vardı. Çok güzel mahsul verirlerdi. Bu meyveleri komşularla paylaşırdık. Buralarda pazar kurulmazdı. İhtiyaçları bahçelerden karşılardık. Bahçesi olanlar mahalle aralarında teraziyle mahsullerini satarlardı. Bazı ihtiyaçlarımızı onlardan alırdık. Cumalıkızık köyünde öğretmenlik yaparken orada bana öğretmen olduğum için büyük bir bahçe vermişlerdi. Bahçemde her şey yetiştirirdim. Çay, şeker vs. ihtiyaçlarımızı da çarşıdan alırdık.
Mahalleli genelde köylerden geldiği için pantolon, yelek giyerlerdi. Bazen yünden kendilerinin dokuduğu pantolonlar, başlarına takke giyerlerdi. Evde örülmüş kazaklar giyerlerdi. Düzgün elbisesi olan yoktu. O zamanlar düzgün elbiseleri memurlar giyerdi.
Düğünler düğün salonlarında yapılmazdı. Genelde evlerin bahçelerinde olurdu. Romanlar çağırılırdı. Düğün hazırlıkları, yemekler mahalle kadınları tarafından el birliği ile yapılırdı. Düğünler iki gün sürerdi.
Mahallemiz Karamazak ismini Şible Caddesi’nin güneyinde bulunan Karamazak yatırından almaktadır. Karamazak mahallesinin sınırları: doğusunda Toprakçı Yokuşu ve Okul Çıkmazı, batısında Karınca Deresi, kuzeyinde Şible Caddesi, güneyinde Işıklar Caddesi’yle çevrilmiştir.
Sokaklarımız: En uzun ve en geniş olan Ova Sokağı’dır. Muhtarlık binasının yanından başlar, Işıklar İtfaiyesi’nde Işıklar Caddesi’ne bağlanır. Ova Sokak’tan ayrılan Karınca Deresi Köprüsü’ne bağlanan sokağa Dere Sokak, Dere Sokak’tan ayrılan ve Şible Caddesi’ne bağlanan sokağa İncisigüzel, muhtarlık yanından Ova Sokak’a bağlanan sokağa Can Sokak, Ova Sokak’tan ayrılan ve güneye giden sokağa da Cihangir Sokak denilmektedir. Cihangir Sokak’a bağlı olarak Işıklar Caddesi’ne çıkmak için 121 basamaklı çok yokuş bir merdiven vardır. İhtiyarların birkaç yerinde dinlenmesi gerekmektedir. Eskiden muhtarlığımız da Emirsultan’dı. Daha sonra Karamazak muhtarlığı ayrıldı.
Sibel Gök tarafından 4 Kasım 2014 tarihinde görüşülmüştür.