Turgut Tüfekçibaşı ile sözlü tarih görüşmesi

1940 Tahtakale doğumluyum. Babam Şerafettin Tüfekçibaşı Duhtarı Şerif Camii’nde din adamıydı. Dedem Emin Tüfekçibaşı’da din adamıydı. Kendisi Ulucami’de de görev yapmıştı. Evimizde Eski Tahıl Han’dan çıkınca soldaydı. Çok viraneydi çöktü. Şu anda otopark olarak kullanılıyor. Evimiz iki katlı ahşap, bahçeli bir evdi. Mutfağımız bahçedeydi. Evlenme, sünnet cemiyetlerimizi evimizde yapardık. Kışın alt katta, yazın üst katta otururduk. Üst kat çok yüksek tavanlıydı.

Tahtakale’nin eski özelliği kalmadı. Birçok yeri yenilendiği için ve çok kimse ya öldü ya da taşındığı için çok değişti. Komşuluk ilişkileri hemen hemen Hisar’a benzer. Orada nasıl kapılar komşulara açık idiyse Tahtakale’de de öyleydi. Komşular istedikleri zaman evimize girip çıkarlardı.

1952 – Turgut Tüfekçibaşı’nın 4. Sınıf Hatırası Öğretmenleri Kamil Saker

Evimizde bir dut ağacı vardı; yedi verendi. O kadar çok dut yapardı ki hepsini yiyemez; komşulara dağıtırdık.

Su teşkilatı evden eve geçerdi. Buna Pınarbaşı suyu denirdi. Özellikle çocuklara çok faydalı bir suydu. Çayı da güzel olurdu.

Tahtakale’deki esnaf bütün mahalleyi tanırdı. Tahtakale Fışkırık Caddesi’nde Hüseyin Efendi adında bir zat vardı. Bu zat yumurta ile birlikte saat, lastik ayakkabı da satardı. Kamyonuyla bizi Pazar günleri gezmeye götürürdü. Bütün mahalleli olarak Gölbaşı’na giderdik.

Ramazanlar çok güzel geçerdi. Mandıracı İhsan Sert Barut (kendisi Barut Kâhya namıyla da anılırdı) çok bonkör ve hayırsever bir kişiydi. Her Ramazan bilhassa Tahtakale’de bulunan hamallara iftar verirdi. Böyle bir iftar günü bende görev aldım. Yemekleri sofralarla taşırken bir seferinde gelenlerin birinin üzerine döktüm. Bir de Ramazan’ın en güzel tarafı toplu kılınan akşam namazından sonra dağılırken gelen konuklara diş kirası denen bir para verilirdi. Yemeğimizi yediniz; teşekkür ederiz anlamında.

Sabah işe gidenlerle, akşam işten dönenler hiç kimsenin dikkatini çekmemek, uç olmamak için gayret ederlerdi. Bu ne demek? Sabah işe giderken yanlarına zenbil (senbil) alırlar, akşam eve dönerken de aldığı eşyanın değerini kimse görmesin diye bu zenbillerle taşınırdı. Mesela bir muz aldıysa… O dönem muz kolaylıkla alınamazdı. Alınan muz zenbille taşınır; kimsenin görmesi istenmezdi. Kimse kimsenin dikkatini çekmez, kin beslemezdi.

Bizim evimizin tam karşısında Mesture Fesçioğlu Hanım vardı ki İstanbul terbiyesi görmüş bir kişiydi. Özellikle onu bayramlarda ziyaret ederdik. En küçük kişi gelse dahi ayağa kalkardı. Yaşı ne olursa olsun; gelen misafirini karşıladığı gibi hürmetle geçirirdi. Biz onu örnek alırdık.

Tahtakale köylünün, üreticinin mallarını getirdiği yerlerdi. Barbunya, taze fasulye, ceviz, şeftali, kestane, kiraz ve bilhassa yöresine has dağ köylerinden küçük kokulu çilek gelirdi. Çileğin civarı mis gibi kokardı. O koku hala belleğimdedir. Biz mahalle çocukları olarak barbunya fasulyesinin içini çıkartmada çalışırdık. Özellikle Yahudi Hakkı’nın yanında çalışırdık. Belli bir ücret alırdık. Aldığımız paralarla aşçı dükkânlarında barbunyanın pişmiş halini yerdik. O zamanlar Tahtakale’de birçok aşçı dükkânı vardı. Fakir halk genelde buralara giderdi. Tahtakale esnafı birbirine saygılıydı. Bir ürün sattıklarında ikinci ürünü alacak müşteriyi komşuya yönlendirirdi.
Genelde köylüler atla ya da at arabalarıyla geldikleri için her handa mutlaka bir nalbant vardı.

Gençliğimizde bahçe sinemalarına giderdik. Bunlar Zafer Sineması şu anki Zafer Plaza’nın karşısındaki Atlantik Düğün Salonu’nun olduğu yer, İpek Yazlık Sineması Cumhuriyet Caddesi’nde ve Setbaşı Sineması’ydı. Sinemaya gittiğimizde frigo yerdik.

Bayramlarımızı Pınarbaşı’nda geçirirdik. Bütün Bursa halkı oluk oluk oraya giderdi. Turşucular, cambazlar, oyuncakçılar, tiyatrocular vardı. Tiyatrocular iki oyun bir arada diye bağırırdı. Kurban Bayramı’nda kurbanlık inek ve koyunlar Pınarbaşı’nda satılırdı. Herkesin bahçesi olduğundan 3-5 gün evvel alınır evde kesilirlerdi. Kasapların çoğu kesici olarak o gün çalışırdı. Kesilen kurban bilhassa komşulara dağıtılırdı.

Eskiden sünnetler bile davul zurnalı olurdu. Düğünler evlerin bahçesinde yapılırdı. 1955 yılından sonra modern salon düğünleri yapılmaya başlandı.

1982 Murat Tüfekçi’nin Sünnet Düğününde Turgut Ercan, Nigar, Hidayet, Hamidiye, Hasene, Dilek Tüfekçibaşı ile Selahattin Nurcan, Türkan Özdemir

Evimizde elektrik vardı. Ancak elektrik zaman zaman kesildiği için gaz lambamızda vardı. Elektrik Merinos’un oradan gelirdi. Bazen Merinos’tan da elektrik dağıtıldığını duyardık. Televizyon komşumuz uncu Ziya’larda vardı. Onlara izlemeye giderdik. Telefonda yoktu. Alınca çok sevinmiştik.

Ben Süleyman Çelebi İlkokulu’nda okudum. Okulumuz kocaman bir bahçe içindeydi. O bahçeden yer elması bulur yerdik. Öğretmenim Kamil Saker Erdem Saker’in babasıydı. Başarılı öğrencilere evinde ders verirdi. Bizi 5. sınıfta imtihanla mezun etti. Rüştü Burlu’nun babası Mahmut Burlu, başöğretmen Yaşar Benker, Perihan Hoca Hanım, Nezihe Hoca Hanım diğer öğretmenlerdi. Daha sonra da Ticaret Lisesi’ne devam ettim.

Cenazelere ilgi fazlaydı. Herkes yardıma koşardı. Bir hafta boyunca cenaze evine yemekler götürülürdü. Herkes ölenin yakınlarının yaşadığı acıyı paylaşırdı.

Düğünlerde jelâtinle sarılmış alüminyum, bakır sürahiler hediye olarak götürülürdü. Düğün hediyeleri rastgele paket yapılmazdı. Çeşitli renklerdeki jelâtinlere sarılırdı. Yeğenimin sünnet düğününde belki de evin içi 40 tane bu sürahilerden dolmuştu. Evlenme düğünlerinde bilhassa bardak, çanak, kap götürülürdü. Yeni ev kuranlara destek olmak amacıyla bu hediyeler götürülürdü.

Bizim bir de Bursa’da kurduğumuz bir Emir Sahnesi vardı. Bir tiyatro grubuydu. Emir Buhari İlkokulu’nda çalışmalarımıza başlamıştık. Genellikle Halk Eğitim’de piyesler oynardık. Hepimiz gönüllüydük. Grubu ben çalıştırırdım. “Pusuda” adlı Cahit Atay’ın oyununu oynardık.

02.08.2010 tarihinde Sibel Gök tarafından görüşülmüştür.

BURSA’DA BİR TAHTAKALE *
Ben ki iki kardeşten çok yıl sonra doğmuşum
Öyle bir karanlıktan aydınlığa uçmuşum
Açıkça büyüklerim, bir Halil bir de Melek
Demek böylesine pay biçmişti bize felek

Doğumum… Mutluluğa bürünmüş tüm aile
Tarih kokan mahalle, adı da Tahtakale
Başka olurdu bahar, başlangıcında her yaz…
Elinde müjdesiyle, dolu bir sepet kiraz…
Sanki doğa peşinde, gülüp geliyor babam,
Gördükçe böyle tablo, renklenirdi bu yaşam
Çocukluğum ve gençlik, büyüyen bir heyecan
Hep ürperir de için, saydam cam olur zaman

O önder davranışlar, kesin hiç unutamam
Silinmez altın sözler, an kavranmış tastamam
Bilirim bir emanet, hiç mi hiç boş koyamam
Ulaşmazsa yerine, her değer bana haram…
Turgut Tüfekçibaşı

* Turgut Tüfekçibaşı’nın “Bir Canda Bin Heyecan” adlı kitabından alınmıştır.

ARAMA YAP