Sema Pamukçular ile sözlü tarih görüşmesi

1962 yılında Karaağaç Mahallesi’nde bulunan iki katlı, altı odalı, şu anki Temenyeri Park Camisi’nin bulunduğu yerin karşı köşesindeki evde dünyaya gelmişim. İlkokula gittiğim yıllarda evimizde dedem, babaannem, amcam, halam, annem, babam ve kardeşlerim olmak üzere 9 kişi yaşıyordu. 33 yaşına kadar da rahmetli babaannemle birlikte aynı karyolada yattım. Kendisi tam bir Osmanlı kadınıydı. Onun köşesine oturmaya hiç kimse cesaret edemezdi. Tam bir Osmanlı kadını olan babaannem Cumalıkızık köyünden Bursa’ya 13 yaşında gelin gelmiş. O dönemlerde Yunanlılar köyleri basıp kadınları camilere kapatıp eziyet ediyorlarmış ve babasını çok küçük yaşta kaybetmiş. Kocasını Çanakkale Savaşı’nda kaybeden ve tek başına çocuklarını büyütmeye çalışan büyük büyük annem de babaannemin başına bir şey gelir korkusuyla onu kendisinden 20 yaş büyük dedemle evlendirmiş. Dedem Abdulvahit Pamukçular eskiden Hallaçlar lakabı ile anılıyormuş. Soyadı kanunu çıkınca da “Pamukçular” soyadını almış. Dedemin sülalesi Bursa’nın fethinden bu yana Bursa’da yaşayan Elif Han sülalesinin devamıymış. “İplikçiler Vakfı” da dedemlerin sülalesine aitmiş. Babamın çocukluk yıllarında Yeşil Çay Bahçesi’ni dedem işletiyormuş. Dedemin asıl kütük kayıtları Yeşil Mahallesi’ndeymiş. Dedem 70 veya 80 yıl önce Karaağaç Mahallesi’nde ev yaptırmış ve buraya taşınmışlar. Dedemin, Bursa Kapalıçarşı’da birçok dükkânı; Yeşil, Sakaldöken, Şible ve Karaağaç Mahallesi’nde birçok evi, Teleferik’te kestane bahçeleri, Elmasbahçeler’de arsaları varmış. Dedemin babası Bursa’da mütevelliymiş. Ancak dedem öldüğünde sadece Temenyeri Park Camisi’nin karşısındaki benim doğduğum ev kalmış. Tüm mal varlığını cömertçe yemiş ve yedirmişti. Ruhu şad olsun. O dönemlerde Kadri Şençalar, Yıldırım Gürses’in babası Nasuhi Gürses ve birçok sanatseverlerle grupları varmış. Bursa’da ilk gezek grubunu kuranlardanmış. Hep birlikte 30-40 kişi hamama gider, giderken de turşu götürmeyi unutmazlarmış. Gülüş cümbüş eğlenirlermiş. Ses sanatçısı Yıldırım Gürses Yeşil’deki evimizde dünyaya gelmiş. Kendisi Bursa’ya her geldiğinde bize uğrardı. Bana İstanbul’u ilk Yıldırım Gürses gezdirmişti. O dönemde çok güzel dostluklar kurulmuş.

Sema Pamukçular Temenyeri’nde, 1965

Rahmetli dedem çok yardımsever biriydi. Yatağa bağımlı olduğu son iki seneye kadar cebinde şekerle gezerdi. Son iki yılda da yattığı yerden bana para verir, her Cuma günü şeker aldırır ve çocuklara dağıttırırdı. Temenyeri Park Camisi’nin olduğu yerde içinde her türlü meyve ağacının olduğu, at, eşek, inek, koyun, keçi, tavuk, tavşan gibi birçok hayvanın yaşadığı çiftlik gibi büyük bir bahçemiz vardı. Süt, yumurta, yayık tereyağı gibi şeyler taze yapılır ve bütün mahalle bunlardan faydalanırdı. Her akşam mahallenin gençleri bizim bahçede oturur, sohbet ederdik. Erkek kız ayrımı yoktu. Delikanlılar mahallenin kızlarını korur, kimseye yan gözle bile baktırmazlar, kardeşleri gibi sahiplenirlerdi. Kurban bayramlarında da mahalledeki bütün komşuların kurbanlarını dedem ve babam keser, bir taraftan da mangal yakılır, herkesin kurban etinden bir parça kesilir, akşama kadar o mangal hiç sönmez, gelen geçen herkes kurban etinden yerdi. Yine o bahçede bazen babaannem, annem ve komşular erişte yaparlar, yufka açarlar, saç üzerinde kartalaçları kızartırlar; biz de sıcak sıcak tereyağını sürer arasına da peynir koyup yerdik.
Akşamları herkes kapısının önüne kilim atar, kimi dümbelek çalar, kimi şarkı söyler, kimi de oynardı. Çok güzel bir dostluk, komşuluk vardı; hepimiz çok eğlenirdik.
Bir de Temenyeri Parkı’nın ağzı, dili olsa da anlatsa. Parkın dereye yakın uç kısmındaki çınar ağacının altını kapmak için adeta yer kapmaca oynanırdı. Önce giden orada piknik yapardı. Her Pazar günü bizi evde bulamayan Temenyeri Parkı’na gelir, bizi orada bulurdu. Evden küçük tüpü, kilimleri, börekleri, dolmaları alıp kahvaltıya Temenyeri Parkı’na gider, akşama kadar orada oturur, oynardık. Tabii bu arada bizim koyunlarda otlamış olurlardı.
Hıdrellez olduğunda da sabah erkenden kalkılır, Temenyeri Parkı’nda büyük bir ateş yakılır, herkes üzerinden atlar, dere kenarına iner, taşlarla kimi ev, kimi araba ne diliyorsa onu yapardı. Karınca yuvalarından toprak toplar, gül ağacının dibine koyarlardı. Derenin içinde erkek çocuklar yüzerdi. Hala o geleneğimizi Temenyeri Parkı’mızda her yıl 6 Mayıs günü belediyemizin de desteğiyle “Hıdırellez Şenlikleri” yaparak kutluyor ve geleneklerimizi devam ettirebilmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Kar yağdığı zaman da kadın-erkek, çoluk-çocuk arka arkaya dizilip, bazen İpekçilik bayırından bazen de Temenyeri Parkı’ndan merdivenlerle aşağı kayardık.
Ramazanlarda gece sahura kalktığımızda davulcu bizim kapıya ne zaman bahşiş almaya gelecek ve hangi maniyi söyleyecek diye heyecanlanırdık. Üç kardeştik ve üçümüz de davulcuya parayı vermek için çekişirdik. Bahşişi davulcuya hep ben vermek isterdim. Evin en küçüğü olduğum için de genellikle ben verirdim. Şimdi ise davulcuyu gürültü yapıp insanları uyandırıyor diye istemeyenleri gördükçe üzülüyorum. Çocukluğumda davulcuya bahşişi verirken, manisini dinlerken yaşadığım heyecanı ve mutluluğu hala hiç unutmuyorum.
Kapının önünden geçen seyyar satıcıları da hiç boş geçirmezdim. Bir Şaban Amcamız vardı; kimi zaman macun, kimi zaman dondurma, kimi zaman su muhallebisi, kimi zaman da şam tatlısı satardı. Bir de o zamanlarda kader kısmet çekerdik. Boş çıktığı zaman paramızın karşılığında saman dediğimiz gofret benzeri bir şey alır ve severek yerdik. Leblebi tozunu da unutmamak lazım; biraz yer, biraz da birbirimize üflerdik. Çocukluk işte… Hepsi hoş bir anı olarak kaldı beyinlerimizde.
İlkokulu Setbaşı İlköğretim Okulu’nda okudum ve başarı ile bitirdim. Ancak babam kendisi Sanat Okulu Döküm Bölümü mezunu ve YSE’de teknisyen olduğu halde benim ilkokuldan sonra ortaokula gitmeme kesinlikle izin vermiyordu. Hiç kimse o yıl babamı ikna edememişti ve ben okula gidememiştim. O dönemde kız çocuklarını pek önemsemez, birçok aile de okutmazdı. Ama ben okumak istiyordum. Benim için o yıl kâbustu. Sürekli Almanya’da yaşayan Erol Amcama mektuplar yazıyor, okula göndermediği için babamı şikâyet ediyordum. 1 yıl sonra amcam Türkiye’ye gelmişti. Babamı: “Türkiye’ye 1 yıl sonra döneceğim, benim hatırım için ortaokula Sema’yı yazdır. Onun okuluyla ben ilgileneceğim, başarılı olursa devam eder, olmazsa çeker alırsın,” diyerek ikna etmişti. Babam amcama olan aşırı sevgisinden ona hayır diyememiş ve ben o yıl Çelebi Mehmet Ortaokulu’na yazılmıştım. Her yıl takdirname getirdiğim için ve sadece kız öğrencilerin okuduğu Necatibey Kız Meslek Lisesi Grafik Resim Bölümü’nü seçtiğim için liseyi okumama da engel olmamıştı. O yıllarda o okula sadece kız öğrenciler alınıyordu. Evde ne ansiklopedilerimiz ne de bilgisayarımız vardı. Cep telefonları da yoktu o dönemde. Ev telefonu almak için de kayıt yaptırıp senelerce sıra gelsin diye beklenirdi. Her şeye rağmen büyük bir şevkle okumaya çalıştık. Stajımı şimdiki Yeşim Tekstil, o zaman ki adı ile Bestaş’ta desen üzerine yaptım. O bölümle ilgili bir işte çalışmak istiyordum. Ancak babam dışarıda çalışmama izin vermiyordu. Kendi işyerimiz olan İpekçilik Caddesi’nde bulunan Pamuk Tuhafiye Parfümeri’yi 31 yıl çalıştırdım.
Tuhafiyemiz muhtarlığın köşesinde idi. Herkes muhtarlığı sormak için bana geliyordu ve muhtarımız artık çok yaşlanmıştı. Üstelik ben o mahallede doğmuştum ve mahalleme bir şeyler katmak istiyor, birilerinin de taşın altına elini koyması gerektiğini düşünüyordum. Bu düşüncelerle bir gün: “nasıl olsa burada akşama kadar duruyorum bari insanlara faydam olsun,” dedim ve seçimlerde muhtarlığa adaylığımı koydum. Ancak geç karar vermiştim. Çünkü babam istemiyordu. 6 aday vardı. Yeterli çalışma yapamadığım, geç karar verdiğim için seçimi yine eski muhtar kazanmıştı. Yılmadım. Bir sonraki seçimde yine aday oldum. 6 aday vardı. Yine ben babamı ikna edip karar verinceye kadar zaman kaybetmiştim. Azalarda benim ekibim kazanmış ancak eski muhtar bana 28 oy fark atmış ve seçimi o kazanmıştı. Yine yılmadım. 2009 yılı seçimlerinde babam yine kesinlikle istemiyordu muhtar olmamı. Herkes benim mutlaka adaylığımı koymam gerektiğini söylüyor, ısrar ediyorlardı. Onların coşkusu ile babamı zor da olsa ikna ettim. Bu defa aday olursam kesin kazanacağımdan emindim. 5 yıl önce 6 aday arasında 28 oy farkla kaybettiysem, bu defa 5 aday olduğuna göre banko idi. 600 farkla seçimi ben kazandım. Sonunda başarmıştım. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz derler ya 5552 seçmenin çoğu bana oy vermişti. Seçilmiş olmanın verdiği mutluluk ve gururla büyük bir özveri ile günlerce çalışıp 10.000 kaydı tek tek elden geçirip düzenlemek için uğraştım ve düzelttim. Muhtar olur olmaz ilk işim Çelebi Mehmet Lisesi’nin tarihi orta kapısını yaptırıp dış cephesini boyatmak oldu ve Setbaşı’nda bulunan 2,5 katlı tescilli tarihi bir binanın Mahalle Konağı olarak yapılması için kamulaştırma kararını çıkarttık. İnşallah en yakın zamanda Karaağaç Mahallesi çok özel bir Mahalle Konağı’na sahip olacak. Bunların dışında eski yerleşim yeri olması sebebiyle sorunlarımız çok. Ama elimizden geldiğince her biri ile tek tek uğraşıyoruz.
Eski yıllarda Karaağaç Mahallesi’nde oturmak bir ayrıcalıktı. Çok seçkin ailelerin oturduğu nezih bir mahalle idi. Ancak son yıllarda eski yerleşim yeri olması sebebiyle evlerimizin eskimesi ve otopark sorunu eski ailelerin göç etmesine sebep oldu. Mahalle, okullar sebebiyle de dışarıdan çok göç aldı. Bu nedenlerle mahallemiz erozyona uğramış bile olsa ben mahallemi çok seviyorum. Birçok mahalleden de hâlâ farklı olduğumuzu düşünüyorum. Mahalleme hizmet etmekten de büyük mutluluk duyuyorum.

ARAMA YAP