Salih Yalçın Oğuz ile sözlü tarih görüşmesi

1943 doğumluyum. Eczacılık Fakültesi’nde okudum ve yine mesleğim olan eczacılığı doğup büyüdüğüm yer olduğu için bu mahallede yapıyorum. Çocukluğumdan bu yana hatırladığım mahallemizdeki gelenekler çok önemliydi.

Tahtakale’nin yatırları vardır; bunlardan birisi gözede derlerdi şimdi “Gözeteci Dede” diyorlar. O dedeye babam gül dikmişti; sürekli onun bakımını yapardı. Komşular oraya tenekeden mum yakma yeri yapmışlardı; ona adak mumu denilirdi. Şimdi “oraya mum dikmek günahtır, yasaktır” yazmışlar bunu anlamış değilim. Yine Bizde yenge ve sağdıç geleneği vardı; evlilikler genelde görücü usulü ile olurdu. Kız istemede, kız tarafı oğlan tarafına mendil verirse bu söz anlamına gelir; nişan hazırlıkları başlardı. Nişan tabi kız tarafında olurdu; ondan sonra da düğün yapılırdı. Eski düğünlerde yapılan bugün yapılmayan gelin hamamı vardı. Bazı aileler de, gelin adaylarını orada hamam sırasında beğenirlermiş. Herhalde bu da fiziki kusuru var mı diye bakmak anlamını taşıyordu. Çeyizler asılır ve düğün eğlenceleri evlerin bahçelerinde olurdu.

Mahallemizin en özel evi de hacı Mustafa koyun isminde bir adam vardı; onun eviydi. Rahmetli Kazım Baykal bile bu ev için Bursa’nın en eski güzel eserinden biri demiş. Orası şimdi restore oluyor İnebey Caddesi’ndeki bu evin haremliği, selamlığı, mescidi ve bir dönüme yakın bahçesi vardı. Çok özel bir evdi.

Doğum adetlerini ben pek bilmem ama doğumlar genelde evde olurdu. Hastanedeki doğumlar çok nadirdir. Doğum öncesi hazırlıklar; zıbın eşya gibi hazırlıklardı. Doğum sonrası da loğusa şerbeti yapılır; mevlit okunurdu. Bu şerbetin özelliği ise kızamık şekeri ile yapılıp içine baharat atılmasıdır.

Eskiden komşuluk çok üst düzey; saygı, sevgi ve dayanışma içerisindeydi. Gecenin bir saatin de şeker, kahve gibi bir ihtiyaç olduğunda anne bir çocuğunu gönderir; büyük bir samimiyet içerisinde hallolurdu. Şimdi ben, kaç yıldır selam verdiğim, merhaba dediğim insandan yanıt alamıyorum. Dolayısıyla ismini de bilmiyorum. Önceleri bu komşuluklar böyle değildi; köyde imece denilen olay vardır; aynısı burada, mahallede yaşanırdı. İyi günde, kötü günde komşular beraberlerdi şimdi bu paylaşım yok mesela cenaze çıkan bir evde bir hafta on gün yemek çıkmazdı; hep komşular tedarik ederdi.

Bir de unutamadığım farklı oyunlarımız vardı. Çember oyunu oynardık; plastik dışında metal çemberle taşa çarptırıp kıvılcım çıkartır; ondan büyük keyif alırdık. Bir de tel arabalarla oynardık. Maksem Caddesi’nde kalaycı vardı; onun oğlu yapardı bu arabaları! İsmi yanılmıyorsam Salih idi. Şimdi bile Arap Dede Camii imam evinin duvarındaki tahtada çiviler çakılıdır; orada yapardı; biz de yardıma giderdik. Bundan gururla bahsediyorum. O çocuk sanat okulunda okuyordu. Liseyi dışarıdan bitirdi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ni okudu; hem de makine mühendisi olarak. M.K. E de çalışırken Isparta Kop dağında düşen uçakta rahmetli oldu

Bunların dışında seksek ve güvercin taklası oynardık; uçurtmasını da herkes kendisi yapardı. Mahallede ilk radyoyu babam almıştı. Çünkü ikinci dünya harbinden sonra gece karartmaları oluyordu; konu komşu bize haber dinlemeye geliyordu. Ben İstanbul da eczacılık fakültesi okurken postaneden yazdırılarak görüşülüyordu. Babam iletişim güç oluyor diye eve telefonu ilk alan kişidir. Tahtakale’nin en eski esnafları da benim hatırladığım sarı kasap ve manav faik… Mahalle 1970 den sonra göç almaya başladı. Bu göç, en çok Yozgat ve Çorum taraflarından oldu.

CENGİZ BÜTÜN 14.10.2010

ARAMA YAP