Nihal İrdesel ile sözlü tarih görüşmesi

1932 yılında Bursa’da doğdum. İlkokulu babamın işi dolayısıyla İnegöl’de okudum. Tekrar Bursa’ya döndüğümüzde Necatibey Kız Enstitüsü’nde okumaya başladım ve mezun oldum.

Değirmenlikızık’ta dede pikniğinde, Nihal ve Nuri İrdesel aileleriyle

1955 yılında evlendim ve Emirsultan Mahallesi’ne gelin geldim. Kayınvalidem Meryem, kayınpederim Terzi Süleyman. Onlarda Yıldırım’dan 1936 yılında bu mahalleye gelmişler ama daha eskisi kayınpederimin babası Gürcü’ydü. Evimiz şuanda Emirsultan Meydanında bulunan otopark asansörünün bulunduğu yerdeydi. Eşim Nuri İrdesel Uzunçarşı’da esnaftı. Önceden hazır elbiseciydi, ondan sonra manifaturaya döndü. Üç tane çocuğum oldu. Evimiz geniş olduğu için ev dar geldi ve 1975 yılında İpekçilik Caddesi’ne taşındım. 7-8 sene kadar orada oturdum. Oradan Tahtakale’ye kendi ailemin yanına taşındım ve bir 8 senede orada oturduktan sonra Emirsultan Mahallesi’ndeki evimizin bulunduğu yere yapılan apartmana geri geldim. Evimiz daha 17 senelikken belediye binamızı kentsel dönüşüm nedeniyle yıktı. O arada 4 sene İhsaniye’de oturdum ve üç sene önce yeni yapılan apartmanlardaki evime yerleştim. Üç tane oğlum var; Tamer, Caner ve Uğur İrdesel.
Mahallemizde çok güzel bir komşuluğumuz vardı. Herkesin kapının üstünde ipleri olur, gece yarısı dahi ipi çeken içeri girerdi. Hastalıkta, sağlıkta hepimiz kenetlenmiş durumdaydık. Çekirdek aile değildik. O yüzden insanlarla daha güzel bir iletişimimiz vardı. Herkes birbirini daha iyi tanırdı. Bambaşka sıcak, güzel, güvenli bir ortamımız vardı.

Değirmenlikızık’ta dede pikniğinden bir hatıra

Ben evlendiğimde caminin orada küçük bir meydan ve üç tane çınar ağacı vardı. Buraya saatte bir belediye otobüsü gelirdi. Eski evler bahçeliydi. Bizim evimizde bahçeliydi. Hatta biz bir müddet evimizi müteahhitte vermek istemedik. Ama sağımız yükseldi, solumuz yükseldi, arkamız yükseldi; bizim evimiz çukurda kalınca mecburen müteahhitte vermek zorunda kaldık.

Emirsultan Camisi’nin bahçesindeki şadırvanın yanında Nuri İrdesel, kız kardeşi ve eniştesi ile

Okulumuz şuan ki kültür merkezinin bulunduğu yerdeydi. Çocuklarımın en küçüğü dışında iki tanesi orada okudular.
Ramazanlarda adet üzere davul çalınmazdı. Davul yerine birisi elinde bir sopayla herkesin camına vurur, “pilava pilava” diye uyandırırdı. Kalkamayanları da komşular uyandırırdı. Yaşlıca olanlara, yemek yapamayacak olanlara yemek götürür, bazen evimize davet ederdik.

Mahalle muhtarı oğlunun sünnet cemiyeti, 1961

Hastalarımıza mahallemizce çok düşkündük. Bir ramazan günü iftara bir saat kala kapımız çalındı. Kocamın arkadaşı bir komşumuz geldi “Nihal hadi kalk hastaneye gidiyoruz. Şükriye Abla hastalandı onu hastaneye götüreceğiz” dedi. Şükriye Abla’nın kocası olmadığı için o ilgilenmek durumunda kalmış. “Ali Abi şimdi iftar vakti. Eşim gelicek, kızar kızmaz bilemem” dedim. “Yürü yürü hadi gidiyoruz!” dedi. Bende kayınvalideme durumu anlatıp arabada arkaya oturdum, Şükriye Abla’yı da kucağıma aldım. Beraberce hastaneye giderken eşime rastladık. Bizi arabada görünce “hayrola” dedi. Dedik; “Şükriye Abla hastalanmış, hastaneye götürüyoruz. Hadi sende gel”. “Siz gidin, beni de haberdar edin” dedi ve beni gönderdi. Sorarım size şimdi var mı böyle ilişkiler. Biz burada bir aile gibiydik. Herkes birbirine güvenir, saygı duyardı.
Bir keresinde de gece saat 2.00’de Kadir Abi çaldı kapıyı. “Ne olur Ömer çok hasta, Nuri hemen bir doktor getirsin” dedi. Bizde araba yok, bir şey yok, hava nasıl kötüydü, fırtına vardı. Yine de eşim gitti bir doktor getirdi. Kimse yapacağı yardımdan erinmezdi. Yapabileceği bir şey varsa elinden ne gelirse yapardı. Şimdi bir çocuk bulup ekmek aldırmaya bile gönderemiyorsunuz. Eski güven, eski sıcaklık, eski samimiyet maalesef yok. Zaten gençlerden kimse kalmadı.

Mahmut ve Mürfide Çoruh, Rahmi Giydirir, Meryem,Sebahat, Sevim İrdesel, Mehmet Giyrir, Nilgün Çoruh, Nihal ve Nuri, 1956

Ben gelin geldiğim zaman mahallemizde; Hüseyin Hısımlar’ın evi yeni yapılmıştı, solumuzda da Fevziye Hanım Teyze, Terzi Celaller, karşımızda Terzi Mustafalar, Hamide Hanım Teyze, Ziynet Hanım Teyze karşıda eczanenin olduğu yerde otururdu, kahveci Kadir Abiler, Muhtar İbrahim Abi, Bakkal Ramazanlar, sanıyorum kuyu açma işi yapan bir beydi ki Kuyucular derlerdi veya Macır Emineler denen bir aile, arkamızda Faika Hanım Teyzeler, Hafız Hüsamettin Abiler, bitişiğimizde Halit Efendiler, Kadir Dayılar bizim yan karşımızdaydı, Çataltepeliler vardı. Bu saydığım kimseler meydanda oturanlardı, aralıktakileri pek tanımıyordum. Eskiden gençler kendi kafalarına göre çıkıp komşu oturmasına gidemezlerdi. O zamanlar büyüklere saygı da çok başkaydı.

Nihal ve Nuri İrdesel’in eski evlerinin bahçesinde, şimdiki Emirsultan Meydanı

Düğünlerde evvela bir el kınası yapılırdı. Ondan sonraki günde kimin bahçesi büyükse orada kızların ağırlıklı olduğu bir kına gecesi yapılırdı. Gelen misafirlere lokum ve çerez verilirdi. Kınanın ardından tavuk alma eğlencesi yapılırdı. Oğlan evine kızlar eğlenerek, ellerindeki dümbeleklerle yaya olarak gidilir, tavuk ve tatlı alınır yine eğlenerek geri gelinirdi. Eğlence sabaha kadar devam ederdi. Ertesi gün gelin alma yapılır. Gelin alınmadan evvel kız evinde geline takısı takılır. Gelin alınıp oğlan evine götürüldükten sonra herkes gelin görmeye giderdi. Daha ertesi günde paça diye tabir edilen dümbelek çalınıp oynanan bir eğlence yapılırdı. Gelin yine gelinliğini giyerdi.

Nuri İrdesel çocukları Tamer, Süleyman ve Uğur’un sünnet cemiyetinde, 1963

Sünnetten önceki gün çocuk sünnet hamamına götürülür. Benim çocuklarımı babaları ve arkadaşları götürdüler. Sünnetlerde de çocuk sünnet kıyafetini giyer. Evvela çocuk gezmeye götürülür. Tophaneye, bazen Çekirge’ye kadar gidilir. Sonra Emirsultan Camii’ne gelinir ve orada duası yapılır. Eve geldiklerinde sünnet çocuğu arabadan inmez. Baba veya dede sünnet çocuğuna bazı şeyler vadeder. Böylece çocuk arabadan indirilir ve sünnet gerçekleşir. O akşam sünnet kınası yapılır.

Nuri İrdesel Emirsultan Mezarlığı’nda, 1952

Eskiden Hıdırellezlerde bir yere gitmezdik. Hıdrellezin haftasına Değirmenlikızık’ta yapılan “Dede”ye giderdik. Yaşlılar orada yenmesi için yemekler yapardı. Ama gençler mutlaka içkinin de etkisiyle bir olay çıkartırdı. Evlendikten sonra bir 9-10 sene kadar bu pikniğe gittik. Ayrıca yeni evlendiğim zamanlarda Hıdırellezde kızlar her evden bir obje toplardı. Bir yüzük, küpe vs. gibi. Herkes bu objeyi bir niyetle dua okuyarak küpün içine atarlar, bu küpün ağızı iyice kapanır ve bir ağacın dibine konurdu. Kimi ev, kimi çocuk, kimi kısmet isterdi. Hıdırellez sabahı gün doğmadan kalkılır, ateş yakılır, gençler ateşin üzerinden atlardı. Bizim evimiz bahçeli olduğu için bizim evin bahçesinde toplanılırdı. Tabi bir gün evvelden lokmalar, hamur işleri yapılırdı. Yenir, içilir, eğlenilirdi. Küp açılır, içerisine konan yüzük, küpe vs. mani eşliğinde çekilirdi. Herkes kendince o maniyi yorumlardı.

Nuri İrdesel ve mahalle arkadaşları Emirsultan Camii’nde, 1952

Emir Sultan Hazretleri ile ilgili bir sürü menkıbe anlatılır. Mesela bizim mahallemizde ramazan ayında davul çalınmaz. Emir Sultan Hazretlerinin davul çalınmasını istemediği söylenir. İçkili bir şekilde caminin oradan geçen kişileri tokatladığı söylenir. Böyle olaylar konuşulur, anlatılır. Benim bildiğim bir olayda şöyle. Mahalleden bir bey çalıştığı fabrikadan gece vardiyasından dönerken Yeşil’de servisten inmiş ve yürüyerek mahalleye gelmiş. Eve gitmeden caminin oradaki çeşmelerden birinde elini yüzünü yıkamak istemiş. Bakmış yaşlı, sakallı bir adam abdest alıyor. Biraz beklemiş ama adamın abdesti bayağı uzun sürmüş. Sonra adamdan elini yıkamak için müsaade istemiş. Adam ona müsaade etmiş. Sonra yaşlı adama “Amca adın nedir, ben seni daha önce buralarda hiç görmedim, nerede oturuyorsun?” diye sormuş. Adamda adının Süleyman olduğunu söylemiş ve camiye çıkan merdivenlerin bulunduğu tarafı işaret ederek orada oturduğunu söylemiş. Adam bakmış orada mezardan başka bir şey yok. Kendine geldiğinde yaşlı amca orada değilmiş, kendisi de çeşmede ellerini yıkıyormuş. Aradan biraz vakit geçmiş. Eski mezar taşlarını okuyan birisine camiye çıkan merdivenlerin oradaki mezar taşlarını okutmuşlar ve Süleyman isminde birinin mezar taşını bulmuşlar. Ben bu olayı duyalı 7-8 sene oluyor.

Nuri İrdesel ve mahalle arkadaşları Emirsultan Camii’nde, 1952

Birde derler ki; Zeki Müren’in mezarının altında Zikir Dede adında birinin mezarı varmış. Ben de yeğenlerimle birlikte mezara gittim. Güya mezar başında zikir edince mezar taşı sallanırmış. Ben ve yeğenimin biri taşın sallandığını görmedik ama diğer yeğenim taşın sallandığını görmüş ve mezarlıktan ağlayarak çıktı. Bilemiyorum. O anda ona mı öyle geldi, yoksa gerçekten mi sallandı inanın bilemiyorum.

Nuri ve Nihal İrdesel düğün cemiyetinde damat traşı, 1956

1955 yılında mahalleye geldiğimde evlerde elektrik vardı. Kayınpederim yeniklere çok açık bir insandı. Üzeri kumaşla kaplı bir radyo ve taş plak çalınan gramofonumuz vardı. 1960 yılında eşim İsviçre’ye maça gitti. Görümcelerime ve bana naylon çamaşırlar ve bir tane pilli radyo getirmişti. O zamanlar Türkiye’de naylon çamaşır vs. yoktu. Getirdiği pilli radyoda bütün mahalleyi gezdi. Eskiden şimdiki televizyon yoktu. Doğru düzgün yayında yoktu. Her gece bir eve gidilir ve o radyo o evde dinlenirdi. Buzdolabımız yoktu. 1958 yılında buzdolabını aldık. Komşularımız etlerini getirir bizim dolabımıza koyarlardı. Komşu çocukları gelir buzdolabını açar, ne isterlerse alır yerlerdi. Hiçbirimiz de ne yaptın, niye yedin demezdik. İyi yapmışsın afiyet olsun derdik. Öyle bir komşuluğumuz vardı.

Nuri ve Nihal İrdesel düğün cemiyetinde damat traşı, 1956

Ben bir ara zatürre geçirdim ve doktor bana deniz havası verdi. Ben Burgaz’a dayımlara gittim. Ben oradayken 1967-1968 yıllarında eşim televizyon almıştı. İlk televizyonu mahallede Çataltepeliler aldı, onlardan sonra da biz almıştık. Bizden sonra da Hüseyin Hısımlar aldı. Tek kanal yayın yapardı. Yayın İstiklal Marşı ile başlar, İstiklal Marşı ile biterdi. Şimdi düşünüyorum da hakikaten çağ atlamışız. 5-6 yaşlarımda biz İnegöl’de otururken dayım burada Ferah Garajı’nın sahibiydi. Biz İnegöl’e 3,5 saatte gider, gelirdik. Eski Austin arabalar vardı, Kazancı Bayırı’nı çıkarken arabanın karbüratörünün üstüne çamur koyarlar, bir müddet arabayı dinlendirir, sonra tekrar yola çıkardık. Hakikaten çağ atladık.
Dayımın Koğukçınar’da bir çiftliği vardı. Katır arabalarıyla çiftliğe giderdik. Yolumuz üzerinde tren yolu vardı. Bazen trenin düdüğünü duyar, hızlıca raylardan geçince Koğukçınar’ın orada durur trenin geçişini izlerdik. Koğukçınar’ın bir tarafından nalbant, bir tarafında da çay ocağı vardı. Dayım bazen orada katırları nallatırdı. Kimimizde çay içerdi. Neler geldi geçti?
Ramazan gelmeden önce ramazan hazırlıkları yapılırdı. Bizim çok geniş bir bahçemiz vardı. Komşularla bahçede toplanır herkese sırayla yufka yapardık. Kimisi açar, kimisi pişirir, kimisi taşırdı. Yine bir gün erişte yapılırdı.

Nuri ve Nihal İrdesel düğün cemiyetinde damat traşı, 1956

Teyzemin oğlu İstanbul’da tıp fakültesinden mezun olmuştu. Gelirken de bana enjektör almış. “Nihal sana verilecek en güzel hediye bu” demişti. Sonra bana iğne yapılacak yerleri de gösterdi. İlk iğneyi anneanneme yapmıştım. Evlendikten bir müddet sonra sağlık kursları açıldı. Eşim ve kayınvalidem gitmemi istemedi ama gizlice bu kursa gidip belgemi aldım. Kursta tansiyon ölçmeyi, damardan iğne yapmayı da öğrendim. Mahallede kadın, erkek herkese iğne yaptım. Bir tür yardımlaşma olarak gördüm ve hiç kimseden de beş kuruş para almadım.

Uğur İrdesel sünnet cemiyetinde Emirsultan Camii şadırvanında, 1963

Mahallemizde bayramlarda ilk gün evinde yaşlısı olan kimse evinden çıkmazdı. O gün herkes evinde misafir beklerdi. Gelen çocuklara herkes bütçesine göre bir şeyler verirdi. İnanın biz o çocukların gelmesini beklerdik. Mahallenin yaşlıları çok sayılırdı. Eğer benim eşim bitişik komşuma gidemiyorsa ben çok üzülürdüm. Geceleri beşer dakika da olsa yaşlı komşularımıza gider, ziyaret ederdik. Şimdi maalesef bu gelenekler eskisi gibi sürdürülmüyor. Ama koşullarda insanları buna mecbur bıraktı diye düşünüyorum. İş hayatı, çalışma koşulları çok ağır. Başka izni olmayınca insanlar ne yapsın bayramlarda tatil yapmaya çalışıyorlar. Ama bayramlarda yavaş yavaş kışa gelmeye başladı. Ben umutluyum inşallah yine eski bayramları yaşamaya başlayacağız.

Mahallede cenaze olduğu zaman mahalleli olarak cenaze evini asla boş bırakmazdık, acılarını yürekten paylaşırdık. Komşular aramızda organize olur 7 gece cenaze evine yemek götürür, hizmetini görürdük. Çünkü cenaze sahipleri o acıyla hiçbir şey yapamıyor. 7 gece tebareke okunur, 40. gece mevlit, 52. gecede duası yapılırdı. Bir daha seneyi devriyesinde veya kandillerde Kur’an okunurdu. Cenazeler çok eskiden evlerimizde yıkanırdı. Kayınvalidem evimizde yıkanmıştı. Sonradan cenazeler gasilhanede yıkanmaya başladı. Orası da kapanınca İhsaniye’de bir yerde yıkanmaya başlandı.

Mahallemizde ne bir hırsızlık, ne de uğursuzluk olurdu. Çok güzel bir mahalleydi. Ama maalesef artık aynı şeyi söyleyemiyorum. Mahallemizden şu anda şikâyetçiyim. Mevcut kahvehanelerdeki gürültü ve sigara dumanı çok rahatsız edici. Buna bir çare bulunursa çok memnun olacağım. Evimize girip çıkarken bile rahat değiliz. Emirsultan deyince insan ruhani bir mahalle hayal ediyor ama ne yazık ki bu ruh artık mahallemizde kalmadı. Yapılan düzenlemelerin getirisi olduğu kadar bu bahsettiklerimde bizden götürdüğü şeylerdir.

ARAMA YAP