Necmettin Çakıcı ile sözlü tarih görüşmesi

1950 yılında Trabzon’un Maçka kazası Hamsu köyde dünyaya geldim. 1955 yılında Bursa’ya taşındık. Babam imam olduğu için Ovaakça’nın Karabalçık köyünde imamlık yaptı. Daha sonra yaklaşık 1958 yılında Emirsultan’da Beşyolağzı denen bölgeye geldik ve burada da kaldık. Şimdi orası Musababa Caddesi olarak anılıyor. İlkokula Karabalçık köyünde başladım. Daha sonra Emir Buhari İlkokulu’nda devam ettim. Biz sekiz kardeşiz; sırasıyla ablam Gülendam, Fatma ablam, ben Necmettin, Nurettin, Gönül, Lütfiye, Nizamettin ve en küçük kardeşimiz Hayrettin.
Babam Ahmet Çakıcı, imamlık yaptıktan sonra İpekiş Fabrikası’nda çalışmaya başladı. 1962 yılında Almanya’ya gitti. 1977 yılında da tekrar Türkiye’ye döndü ve burada emekli oldu. Almanya’da inşaat ustalığı yaptı.
Babam Musababa Camii’nin yapımı işini yüklendi. Arkadaşları babamın bu işi yapacağına inandı ve Musababa Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin başkanlığını ona verdiler. Cami yapıldı bitti. Ondan sonra 1983-1984 yıllarında Emirsultan Mahallesi muhtarı olmasını istediler. 1989 yılına kadar muhtarlık yaptı. Hatta görevi beraber yaptık. Ben işten geldiğim vakit babam takip işlerine gittiğinde muhtarlığı ben açık tutardım. İnsanlar geldiğinde hizmet edebilelim diye.
Musababa Camii restorasyondan önce çok kötü bir haldeydi. Adeta bir batakhaneydi. Caminin etrafında da yavaş yavaş evler oluşmaya başladı. Caminin bazı bölümlerinin duvarları yarım metre, bazı yerlerdeki duvarları ise bir metre kalmıştı. Minaresi de yıkıktı. Zaten adı oradan Yıkık Minare olarak kalmıştı. İnsanlar bunu gördükçe üzülüyorlardı. En sonunda mahalleli bu camiyi ayağa kaldırmaya karar verdi. Babam da bu işe meyilliydi zaten. Kendisini caminin onarımı için kurulan derneğin başına geçirdiler. Onarıma başladıktan sonra Eski Eserler Kurumu’nda da bazı tenkitler geldi. Biz size proje verecektik, niye hemen başladınız çalışmaya. Babam gelen memurlara biraz sinirlendi. Sonra bir orta yol bulundu ve caminin onarımı başladı. Köşeye bir masa koymuştuk. Allah rahmet eylesin Mehmet Abi diye bir abimiz vardı. İnanın hemen hemen her gün çalışan ustaların yevmiyesi bağışlardan çıkıyordu. Gönüllü çalışan halk ayrı, bir de sürekli ustalar çalıştırıldı. Caminin baş ustası Dursun Onay’dı. Kendisi çok iyi bir sanatkârdı. Kazım Baykal’da sürekli caminin onarımını takip etti, yol gösterdi. Aslında babamlar çok iyi niyetle bir yola çıktılar, o dönemin şartlarında kendi bildikleri yolda ilerlerdiler. Bazı sorunlar yaşadılar, mahkemelik oldukları konular oldu. Babamda biraz hırçındı. Bağırıp çağırmaya başlayınca “Tamam Çakıcı sen kızma” derlerdi. Tabi herkes gördü babamın niye hırçınlık yaptığını. Çünkü kendisi için bir şey istemiyordu. Bunu gördüler ve takıştığı yöneticiler bile kendisine yardımcı oldular. Ellerinden geleni yaptılar. Ama neticede yok olmuş bir camiyi ortaya çıkardılar, meydana getirdiler. Hemen hemen bütün mahalle sakinlerinin de bu işte emeği geçti. Herkes el birliğiyle çalıştı. Mahallelinin bu işteki payı yüzde doksandır.
Duvarlar yapıldı, kubbe henüz yoktu. Ramazan ayı geldi. Hemen tahtaları, hasırları, kilimleri eğreti bir şekilde koyduk ve teravih namazlarını bu camide kılmaya başladık. İlk teravih namazını da rahmetli babam Ahmet Çakıcı kıldırdı. Elektrikte yoktu. O vaziyette dahi cami doluyordu. Herkes bizim camimiz diye hevesleniyor, sahip çıkıyordu.
Öyle ki sabahları kalkar kafasına bir müteahhit takar ve o müteahhide giderdi. Müteahhide “Gece ben seni rüyamda gördüm”. “Hayırdır Hacı Abi?”. “10 torba çimento, bir kamyon kum”. “Tamam, Hacı Abi nereye?” “Musababa Camisi’ne”. İşte caminin birçok malzemesini de böyle temin etti. Nazı geçerdi, asla kimse de kendisini geri çevirmemiştir. Boyaları da hep böyle almıştır. Boya işini de bize yaptırırdı. Hepimizin kendi işi vardı, fabrikadan çıkınca gelir camiyi boyardık. İstersen boyama, akşama eve gidince burnumuzdan getirirdi.
Cami bu hale geldi ama gelinceye kadar da neler yaşandı.
Ahmet Çakıcı doğru bildiği konuda asla kimseyi dinlemezdi. Kardeşi de olsa, en yakını da olsa doğruluktan taviz vermezdi. Hak yerini bulsun diye yedi yabancıyı tutar, kendi evladını, kardeşini bir kenara bırakırdı. Sözüne güvenilir bir adamdı. Kime ne söz verdiyse mutlaka yerine getirirdi. Ona da biri söz verdiyse yerine getirmek zorundaydı. Halka mahalle ile ilgili verdiği sözler olmayınca çok sinirleniyordu. Mesela o zaman ki belediyeden bir hizmetin sözünü aldıysa, o verilen söz yerine getirilmeyince çok sinirleniyordu. O zamanki belediye başkanı Ekrem Barışık’tı. Aynı görüşte olmalarına rağmen bazen ters düşebiliyorlardı. Babam gidiyor kendisinden yol istiyor. Ekrem Barışık’ta tamam yapalım diyor. Bunun üzerine babam sabah erkenden belediyeye gidip iş makinaları ne zaman gelecek diye soruyor. Bir dur bakalım önce bir projesi çıksın, onaylansın diyorlar. Ama ne mümkün laf anlatmak. Eğer bir hizmet yapılacaksa biran önce yapılmalıydı. Muhtarlığa geldiğinde ilk yaptığı iş yol genişlesin diye kendi garajını yıkmaktı. Çok esprili biriydi o yüzden gazeteciler hiç eksik olmazdı. Sürekli hizmet alabilmek için belediyeye gidip gelirdi. Bir gün istediği hizmeti alamayınca canı sıkılıyor ve valiliğe biz Kütahya’ya bağlanmak istiyoruz diye bir dilekçe veriyor. Valilik kendisine bu nasıl olur. Emirsultan Mahallesi Kütahya’ya nasıl bağlansın diyorlar tabi. O da Bursa’dan hizmet gelmiyor, Kütahya’dan gelir belki diyor. Öyle tez canlı, hizmet aşığı biriydi.
Nurettin Çakıcı Emirsultan’ın bir önceki muhtarıydı. Kıbrıs gazisiydi, Gaziler Dernek Başkanı, Okul Aile Birliği Başkanıydı. Çok sosyal bir yanı vardı. Musababa Mahallesi’nin de ilk muhtarıydı. Emirsultan, Karamazak ve Musababa mahalleleri önceden Emirsultan mahallesine bağlıydı. Bu mahalleler çok büyüyünce Emirsultan’dan ayrıldı. Mahalleler ayrılınca Musababa Mahallesi muhtarlığına Ahmet Çakıcı’nın oğlu Nurettin Çakıcı kazandığı halde on metre mesafeyle seçimin dışında kaldı. Kendi oturduğu ev Musababa Mahallesi sınırlarının on metre dışında kaldığı için kendisini Emirsultan Mahallesi muhtarına şikâyet ettiler. Emirsultan Mahallesi muhtarı da babası Ahmet Çakıcı. Ancak babam çok dürüst bir insandı ve çok otoriterdi. “Evet, kendisi Emirsultan Mahallesi’nde oturuyor” diyor. “Ama öyleyse Musababa Mahallesi muhtarı olamaz” diyorlar. “Tamam, olmasın” diyor ve oğlunun muhtarlığını başlamadan bitiriyor. Daha sonra Nurettin Abim aşağı yukarı 2001-2013 yılları arasında Emirsultan muhtarlığı yaptı. Kendisi Kıbrıs gazisiydi, rahmetli oldu.
Nurettin Abi muhtarlığı döneminde sadece Emirsultan’a değil, Musababa civarında da durumu iyi olmayanlara yardımda bulunurdu. Hatta Kadıyayla’da yarı meczup bir Ali Dayı’mız vardı. Ailece oraya pikniğe gittiğimizde Nurettin Abim onu mutlaka ziyaret eder ve kendisine yiyecek götürürdü. Bildiği, elinin erdiği herkese yetişmeye çalışırdı.

ARAMA YAP