Münir Cengiz ile sözlü tarih görüşmesi

1937 yılında Mustafakemalpaşa, Karaorman köyünde dünyaya geldim. Köyde hafız oldum. Tabi o günkü köy hocasından eğitim aldım. Duyduk ki o tarihlerde yani 1950-1951 yıllarında, Harun Hoca İsmail Hakkı Tekkesi’nde Kur’an kursunda talebe okutuyor. Harun Hoca’da Emirsultan ve Ulucami’de imamlık yapmış çok meşhur bir hocaydı. Oraya talim okumaya geldim. Köyde gelişigüzel öğrenmiştim Kur’an okumayı. Talimde Kur’an’ı güzel okumayı öğrendik. Bu kursun yöneticileri de Bursa’nın ekâbir takımıydı. Daha sonra imam hatip okulları açılmaya başladı. İzmir’deki imam hatip lisesine başladım. Bazı sıkıntılar yaşadım ve İzmir İmam Hatip Lisesi’nden ayrıldım ve Bursa Osmangazi Ortaokulu’nda eğitimime devam ettim. Orayı bitirdikten sonra fark derslerini de verdim ve İstanbul İmam Hatip Lisesi’ne kaydoldum. Orayı da bitirdikten sonra Orhangazi Cami imamı olarak göreve başladım. O tarihe kadar imamların emeklilikleri yoktu, 200-250 lira arasında maaş alıyorlardı. Ben imam olduğum da lise mezunu olarak diğer bütün imamlardan daha fazla maaş alıyordum. Askere gittim geldim. Köyümde Bursa’da yer açılsın da göreve başlıyayım diye kadro beklerken hocam Harun Soydaş beni Bursa’ya davet etti. Yaz tatillerinde Kur’an öğrenmeye gelen talebelere hocalık yapmaya başladım. Başka bir yere tayinim yapılmak üzere iken Harun Hoca’ya Emirsultan Camii’ne yeni bir imam kadrosu açıldığı haberi geldi. Ben diğer tayinimi durdurdum ve Harun Hoca’nın arzusu üzerine Emirsultan Camii’nde 1962 yılının Eylül ayında imam olarak göreve başladım. Tabi eğitimimde bunda etkili oldu. Harun Hoca ile birlikte iki imam ve dört müezzin olarak görev yaptık. Zaman içerisinde müezzin sayıları azaldı, çoğaldı. 1996 yılına kadar 34 yıl Emirsultan Camii’nde imam olarak görevimi sürdürdüm ve emekli oldum.
Emirsultan Camii’nin manevi boyutu çok özel. Tabi bu Emir Sultan Hazretlerinden kaynaklanıyor. Kendisi peygamber soyundan ve aynı zamanda da padişah damadı olarak da saygı uyandıran bir zattır.
İlk göreve başladığım yıllarda bekârdım. Şu anki Kur’an kursunun bulunduğu yer iki katlı ahşap bir lojmandı. Harun Hoca orada oturuyordu. O evin altı katındaki bir oda ile yan tarafındaki ufak bir ilave odasında oturmaya başladım. 1966 yılında evlenince Zeyniler Camii’nin karşısındaki Zeyniler Camii imamı Sabri Hoca’nın yaptırdığı evde oturmaya başladım. Zaten bir müddet sonra ahşap lojman yıkıldı ve şimdiki Kur’an kursunun bulunduğu bina yapıldı ve bizde oraya taşındık.
Biz iki imam, dört müezzin olarak görev yaptığımızı söylemiştim. Namazları nöbet usulü kıldırırdık. Bir gün ben giderdim, diğer gün diğer imam arkadaşım giderdi. Arada bir haftadan haftaya değişirdik. Benim nöbetçi olmadığım bir gün sabah namazında telefonum çaldı. “Hocam reisicumhur Turgut Özal burada” dedi. “Tamam, bende geliyorum zaten”, dedim. Camiye gittim baktım kendisi mihrabın sağ tarafında birinci safta oturuyordu. Selam verdim ve yanına doğru bir yere oturdum. O sıralarda Ali Demir adında genç bir imam ile çalışıyorduk, o gün de Ali Hoca nöbetçiydi. Namazdan sonra Ali Hoca’ya işaret ettim. Yani cemaate misafirimiz hakkında bir iki kelam etmesini istedim. O da bana işaret etti. Benimde ağzım çok laf yapmaz. Ama o bana işaret edince kalktım cemaate karşı; “Muhterem cemaat, çok mutlu bir gündeyiz. Aramızda sayın reisicumhurumuz Turgut Özal, sayın devlet bakanımız Cemil Çiçek ve diğer hükümet erkânı bulunuyorlar. Aslında bu çok tabii bir şey olmakla beraber, geçmişte devlet büyüklerimiz misafir gelen Müslüman devlet adamlarını cami kapılarına kadar getirip kendileri dışarıda kalmak suretiyle onları içeri bıraktıklarını gördüğümüz, bildiğimiz, duyduğumuz için bu bize mutluluk verdi. Bu bakımdan şahsım ve siz cemaatim adına kendilerine teşekkür ediyor ve hoş geldiniz diyorum”, dedim. Bunun üzerine cemaat kalktı ve kendilerine hoş geldiniz dediler. Aradan çok az bir zaman geçtikten sonra da vefat ettiler. Vefatının seneyi devriyesinde Cemil Çiçek burada bu hadiseyi anlatmış. Ben televizyonda rastlamadım. Sonraki senelerde Cemil Çiçek’in başka bir konuşmasında bu hadiseyi biraz daha yumuşatarak anlattığını gördüm.
Emirsultan Camii’ne ben geldiğimde Harun Soydaş imamdı. Müezzin İsmet Uyar oldukça yaşlıydı. Kendisine Baş Efendi deniyordu. Birde İdris Pekak, Hüsamettin Fındıkoğlu ve İsmail Özsağ müezzin olarak görev yapıyordu. Harun Hoca Ulucami’ye imam olarak gidince yerine Mehmet Aydınlı geldi. Ondan sonra da Ali Demir ile birlikte çalıştık. Ben emekli olduktan sonra da Yusuf Hoca diye birisi gelmişti, o da emekli oldu.
Ramazanlarımız çok güzel geçerdi. Ramazanlarda sahurdan sabah namazı vaktine kadar mukabele okurduk. Kadir gecelerinde bazı programlar olurdu. Kafkas Pastanesinin sahibi Kadir Gecelerinde buradaki cemaate ikramda bulunurdu.
Bazen batıl hareketlerde bulunan kimselerde camiye gelirdi. Gördüğüm zaman kendilerine müdahale ediyordum. Mesela gelip caminin bahçesindeki şadırvanın musluklarını biri açıyor, arkasından da birisi dolaşıyor. Güya bu yaptıkları kısmet açıyormuş. Kendilerini uyarıyordum. Bu yaptıklarının yanlış olduğunu ve buradaki muslukların kendi evlerindeki musluklardan bir farkı olmadığını anlatıyordum ama buna rağmen biz böyle inandık diyorlardı. Böyle batıl şeylere inananları döndürmek de çok zor oluyor.
Mezarlık ben göreve başladığımda da aynı bu büyüklükteydi. Herhangi bir değişiklik olmadı. 1962 yılında İncirlik’e kadar mezarlık böyle çevriliydi.
Emir Buhari Tekkesi benim geldiğimde dönemde ahşap bir binaydı ve lojman olarak kullanılıyordu. Hüsamettin Hoca ailesiyle birlikte oturuyordu. Daha sonra kimse oturmayınca yıkılmaya yüz tuttu ve nihayet birkaç yıl önce restore edilerek mahallelinin kullanımına açıldı. Emirsultan’a yapılan meydanı başta mahalleli biraz yadırgadı ama bana göre çok güzel oldu.

ARAMA YAP