İsmail Sabuncular ile sözlü tarih görüşmesi

1942 yılında Mollaarap Mahallesi, Gün Sokak’ta doğdum. Annem Pınarbaşı’nda Mecidiye Mahallesi, babam ise Molaarap Mahallesi Gün Sokak doğumlu. Dedem sabun imal ettiği için Sabuncu Ahmet Ağa diye anılırmış. Soyadı kanunu çıkınca da soyadımız Sabuncular olmuş. Annemin babası da kireç ocaklarında kireç yakıyormuş, onların soyadı da Taşyakan olarak kalmış. Dedemin babası Kafkasya’dan Hacıoğlu Pazarcı denilen bir yerden gelmiş diye duydum ama bu kulaktan dolma bir bilgi. Gün Sokak’ta oturanların neredeyse tamamı Tatar’dı. Mesela yan tarafımızda Emine Abla vardı, eşi faytonun ufağını kullanırdı. Kaleci Hayrettin, Halil, İbrahim ve Müzeyyen isminde dört çocuğu vardı. Ayrıca araba demircisi bir komşumuz vardı. Onun üstünde de Tavşan İbrahim oturuyordu. Sol tarafımızdaki Kerpiçhane’de de kerpiç kesen bir Pehlivan Dayı vardı. Sokağın başında Arabacı Çakır Rasim oturuyordu. Bizim o çevrede beygir arabası üreticisi çoktu. Hatta o beygir arabalarına benim bildiğim kadarıyla Tatar arabası derlerdi. Bizim evden daha yukarıda oturanların çoğunluğu ayakkabıcıydı. Bu işler görenek meselesiydi. Oğlunu nereye verdin? Berbere verdim. Ben de berbere vereyim. Oğlunu nereye verdin? Aşçıya verdim. Ben de aşçıya vereyim. Görenek böyleydi. Araba yapım yerleri Cumhuriyet Caddesi’nde Eski Tahıl Han’ın oralardaydı. Ondan sonra Pirinç Hanı’nın içerisinde vardı. Benim bildiğim hatırladığım sokak aralarında da vardı. Mesela Samanpazarı’nda, Tekel binasının alt tarafında arabacı çoktu. Arabacı marangozu ayrı, demirci ayrıydı o zaman. Bir kişi bir arabayı komple yapamıyordu. Marangozu ayrı, demircisi ayrı yapıyordu. Boyacısı gene ayrıydı. Yani üçe bölünüyordu.

Başak Caddesi, 1960’lı yıllar

Annem Nazmiye Sabuncular babama gelin geldiği zaman takılarını satıp eve tezgâh almışlar. Annem bir elinde ben, bir elinde tezgâhın ipi, bir yandan beni sallayıp, bir eliyle de mekiği attığını anlatırdı. Daha sonra şu anki Mollaarap Sağlık Ocağı’ndan yukarıya çıkarkenki bir fabrikada yıllarca dokumacı ustalığı yaptı. Şimdiki deyimle müdürdü. Dokumacılığı iyi bilen biri olarak işçileri yönetiyordu. Ayrıca dayımla birlikte Tophane Sanat Okulu’nda dokumacılık dersleri verdi. Sonraki yıllarda bizim de Umurbey’de bir fabrikamız oldu. Burada 6 tane dokuma tezgâhı vardı. Hepsi, gece on bir, on ikiye kadar çalışırdı. Ancak komşularımız tezgâhlardan çıkan tak tak sesinden rahatsız olunca taşınmak zorunda kalmıştık. Biz de daha sonra Cıngıllı Sokak’ta Cıngıllı Boyahanesi’nin yanında Bacaksız Cemil’e komşu olduk.

1960’lı yıllarda Umurbey ve Mollaarap mahalle gençleri

Umurbey’de bugün Bursa’nın birçok yerinde olmayan sanayi vardı. Kadınların birçoğu bu fabrikalarda çalışırdı. İş değiştirip başka bir işe gireceğin zaman: “kimle çalışıyordun, niye bıraktın?” diye mutlaka sorarlardı. Eğer işten ayrılmanın bir müdafaası olmazsa bize yaramazsın denir, işe almazlardı. Fabrika sahipleri de bu mahallede otururdu. O yüzden de herkes birbirini tanırdı. Öğlen vakti fabrikalar dağılır, mahallenin gençleri de fabrikaların etrafında birikirdi. Kimi zaman adam çarşıdan gelir, öğle tatilinde göz koyduğu kızı görüp giderdi. Çoğu patron çalışanlarını öğle tatiline çıkarmayı istemezdi. Çünkü öğle tatiline gidenler, sohbete dalıp saati unuturlar ve mesaiye geç kalırlardı. Bizim makinist muavini “ya sen neredesin?” der; “abla ya işte şöyle oldu” derken annem hemen sopasını alır “öldürürüm seni” derdi. Bak o kadar terbiye varmış ki askerden gelmiş, mahallenin bıçkın adamına vuruyordu sopayı da adam elini kaldırmaz, kafasını kaldırmaz; “niye vuruyorsun?” demezdi. Yani iş terbiyesi, aile terbiyesi çok değişikti. Bir işçiye sen şu kadar saat çalış dediğin zaman ben çalışmam demez, diyemezdi. Zaten genelde bu çevrede oturan insanlardı, o yüzden eve bir saat geç gitmeleri çok sorun olmazdı.
İşçilerin maaşları metre usulü hesaplanırdı. İşçi hemen bir kâğıt koparır, isminin baş harfini yazar, dokumaya başladığı yer ile bitirdiği yere bu harfi iliştirirdi. O iki harfin arasını, o işçinin dokuduğu anlaşılırdı. Cumartesi günü sabah işçiler gelir 10.00-11.00’e kadar çalışırlardı. Ondan sonra makinede dokunan kumaşları ölçme işi başlardı. Makinistlerin bir görevi de kimin ne kadar metre dokuma yaptığını ölçmekti. Bundan sonra kumaşlar işverene gider işçinin parası en geç saat bire kadar dağıtılırdı. Bu arada etraf temizlenir, tezgâhlar güzelce gazla yıkanır, kendileri de yıkanır, temizlenirler ve saatlerini beklerlerdi. Bizim fabrikada dayım ölçümleri yapar, annem de en geç 11.00-11.30 dedin mi “Aman bana beddua etmesinler” deyip parayı verdirtirdi. Rakamlar da zaten az çok bellidir. Her fabrika da aşağı yukarı 10 kuruş veya 20 kuruş bugünün parasıyla oynar. Parasını alan hanımlar doğru pazara giderler, alacaklarını alırlar, evlerine dağılırlardı.
Çocuklara bakıcı diye bir şey yoktu. Çoğu kadının çocuğuna annesi ya da kayınvalidesi bakardı. Benim çocuklarımı annem yetiştirdi. Bakıcı diye bir lüksümüz yoktu; zaten o parayı da veremezdik. Gelinler kayınvalideleriyle otururdu; şikâyetçi olsa bile oturmak zorundaydı. Haftalığı aldığım zaman anneme verirdim, evin ihtiyaçlarını annem görürdü.

Harmanyeri olarak anılan alanda İsmail Sabuncular ve arkadaşları, Mayıs 1959

Mahallede komşuluk çok güzeldi. Mesela mahalledeki hanımlardan biri evden yemek yaparken bir bakar karabiber yok, hemen komşusundan isterdi. Bazen Emine Abla gelir, “Nazmiye, ver bana bir bardak zeytinyağı” der, annem hemen ona zeytinyağını verirdi. Ya da “çocukları yıkayacağım bir kalıp beyaz sabunun var mı?” diye sorar. Hemen çıkartıp verilirdi. Geri getirecek mi, getirmeyecek mi diye düşünmezdin. Bazen komşunun misafiri gelecektir; unu eksiktir, şekeri eksiktir hemen komşusu tamamlardı. Şimdi apartmanlarda insanlar birbirini tanımıyor; kim kime, dum duma. Ölsen kalsan senin cesedini koktuktan sonra bulurlar. Ama o zamanlar ben çok iyi hatırlarım annem sabahleyin fabrikaya giderken Emine Abla’ya bizi bırakır, evin anahtarını da Emine Abla’ya verirdi. Hatta anahtar zor oluyor diye duvarı yıkıp ara kapı yaptık. Mahallede ara kapı çoktu. Komşu kapısı derlerdi. Bir insan geçecek kadar olurdu ve hep açıktı. Yani Emine Abla, diyelim kuru fasulye pişirdi veya börek yaptı kokmuştur diye hemen oradan buyur ederdi. Böyle şeyler çok fazlaydı.

 

Sibel Gök tarafından 18 Şubat 2013 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP