İbtihal Alyanak Odman ile sözlü tarih görüşmesi

Babamın babası Fazlı Alyanak, hafızdı. Tavşanlı’da türbesi bulunan ve ilçenin sembolü haline gelen Dede Bali’nin (Mülayim Dede) soyundan gelmektedir. Babaannem, Siğ Köyü’ndendir.

1948 – Feriha ve Tahir Alyanak’ın Nikah Fotoğrafı

Aile, hep bu sokakta oturmuş ve Uzun Çarşı’da aktar dükkânları varmış.
Babam, Erkek Lisesi’ni Bursa’da bitirip; 1938 yılında İstanbul’da Tıp Fakültesin’den mezun olmuş. Askerliğini de Akseki’de yapmış.
Annemin ataları ise Niş ve Selanik’tendir. Feriha Hanım’ın öyküsü, Mücellitzade’lerin Rumeli’den İstanbul’a uzanan bir serüvenidir.
1951 yılında babam Denizli Sarayköy’de hükümet tabibi iken doğumuma yakın, aile kökleri yerinde devam etsin diye karar alınmış ve Bursa’ya baba ocağına dönmüşler. Ben, Memleket Hastanesi’nde doğmuşum, sonra da Nalbantoğlu Mahallesi Bademli sokaktaki 7 nolu evimize gelmişiz.

1950’li yıllar Maksem’e Çıkarken Lal Otel’in Karşısında Dr.Tahir Alyanak’ın Muayenehanesi

Babam Bursa’da “aynalı doktor” olarak bilinirdi. Radyoskopi cihazının halk arasındaki adı “ayna” idi. Ova Köyleri, Keşiş(Dağ) Köyleri yaşayanları tarafından sevilen bir hekimdi. Çarşamba günleri muayenehanenin “Halk Günü” idi. Bazı hastalar, duydukları sevgiden ve saygıdan olsa gerek, hediye olarak taze yumurta, meyve, sebze, tavuk, tarhana, erişte, bal, sarı fasulye getirirlerdi. Annem getirilenleri hep yükseğe kaldırtırdı. Gönülden verilen alçakta tutulmaz derdi.
Babam 1966 yılında vefat ettiğinde halkın da katılımıyla büyük bir törenle uğurlanması hala anılarımda canlılığını korumaktadır.

1960’lar Nalbantoğlu Mahallesi

Bademli Sokak, Arnavut kaldırımlı yolun her iki yanında dizili ve mutlaka bir avlusu olan; genellikle iki katlı evlerin olduğu çok dar bir sokaktı. Yağmur suları taşların arasından akıp giderdi. Çatıları birbirine oldukça yakın olup; üstleri oluklu kiremitle kaplıydı. Antensiz olan bu çatılara uzaktan bakıldığında; kırmızı bir halı gibi görünürdü. Kışın ise bu halı bembeyaz olurdu. Lodos estiğinde sokakta bir uğultudur kopar; bazen damların üstündeki taşlar sokağa düşerdi. Onun için lodoslu havalarda yolun ortasından yürünürdü. Ağaçlardan gelen manolya kokusunu hala hatırlarım. Sokak lambaları zayıf, sarı bir ışık yayardı. Ağaçların dalları bahçe duvarlarından taşar sokağa sarkardı. Eğer bu bir meyve ağacı ise, her geçenin göz hakkı olurdu ama kimse o meyveyi koparmaz, ancak ev sahipleri ikram ederlerdi. Bu konuda son derece cömert insanlardı.
Bahçe duvarları taştan örülür, evlerin duvarları ise sıvalı olup, beyaz, sarı, pembe ve çivit mavisi renklerle boyanırdı.
Bahçe kapıları dâhil olmak üzere tüm kapı ve pencereler ahşaptı. Kapı tokmakları çok önemli gibiydi. Onların sık sık ovularak parlatıldığını hatırlarım. Ve o kapıların da kocaman anahtarları vardı.
Evler sobalı olduğundan; bahçelerde odunluk bulunurdu.
Arka bahçemizde kümesimiz vardı.
Bahçemizde dut, incir, elma, armut ağacı vardı. Arka bahçeden de fındık ağacının dalları sarkardı. Fındık ağacı çiçekleriyle çok oyunlar yapardık.
Bahçelerde, içinde kırmızı balıklar yüzen süs havuzları bulunurdu.
Bahçemizdeki çeşmeden buz gibi Pınarbaşı suyu akardı. Su, çok özel olmalıydı ki, sık sık tadından söz edilirdi.
Bizim oturduğumuz evler, tek avluya bakan; biri küçük, diğeri ondan daha büyük iki evdi. Küçük olan evde Dr. A.Tahir Alyanak (Babam), Feriha Alyanak (annem), ben ve kardeşim Nilnihal oturuyorduk. Büyük olan da ise; Hafız Fazlı efendi (dedem), Mürşide Hanım (babaannem), Şadi Alyanak (Amcam), Kudret Hanım (Yengem), çocukları Süha ve Ulya otururlardı.
Kar yağdığında herkes kapısının önünü kürerdi. Bazı sabahlar, bu küreme sesine uyandığımda gece kar yağmış olduğunu anlayıp heyecanla kalkıp pencereye koşardım.
Kışın geceleri gökyüzü, kırmızıya çalan bir renk aldığında, yarın mutlaka kar yağacak derdi büyüklerimiz! Genellikle de bu tahmin tutardı. Karın bir kokusu vardı. Her çocuğun yaptığı gibi düşen kar tanelerini havadayken ağzımızla yakalamaya çalışır, eğlenirdik. Yollarda faytonları, kızaklı at arabalarını, trafiğin çok seyrek olduğunu hatırlıyorum.

1962 – Süleyman Çelebi İlkokulu Yerli Malları Haftası

Evimizin karşısında atların olduğu bir bahçe ve hemen yanında kozalık tabir edilen dut ağaçlarının olduğu, içinde ipek böceği yetiştirilen bir yer vardı.
Bütün çocukların kozaları olur, tırtılları dut yaprakları ile besler, onların koza örüşlerini izlerdik. Bazı kozalar renkli olunca da pek sevinirdik.
Kasap Mustafa amcaların ve halamların (Süheyla-Muhittin Ersop) evlerinin yağlıboya duvar süslemeleri vardı. Bütün evlerde çok güzel ahşap ve eski el işlemeleri bulunurdu.
Bahçelerde, kartopu, sarıkız, küpeli, ortanca, hercai menekşe, kirli hanım, yıldız çiçeği, ateş çiçeği hep bulunurdu. Fesleğen saksıları merdiven başlarında, bahçe masalarının üzerlerinde yerini alırdı.
Evimizin arkasındaki caddede Karlıdağ Muhallebicisi, yukarı döndüğümüzde tütüncü Mehmet Efendi, Sebatlı’nın atölyesi, Avcılık ve Atıcılık Kulübü ve Güven Otel vardı (Sahibi Sigortacı Naci Kurtul). Otelde çok yüksek, yaldızlı, oymalı aynalar hatırlıyorum.

1964 -Açık Hava Sineması, Dr. Şadi Aytürk, İdris Amca, Mrs.Yuen, Aliya Kiracıbaşı, Tuna ve Tunca Hanım, Feriha-Şadi-İbtihal-Nilnihal Alyanak

Kasap Mustafa Amcalar, Kemal Abiler, Tahtakıranlar, Bademlioğulları, Karyağmazlar, Hasene Hanım teyzeler, torunu Mehtabe Hanımlar, Saraylı Hanım Teyze, Egeler, Hancıların akrabaları, Dr. Rıza Tahir, Fikriye Hanımlar, Tuğrul İnançer’in anneannesi, Sabunişler, Meliha Hanım Teyzeler, veterinerler, Aktar Ahmet Efendiler, Kedili Necmiye Hanım Teyzeler, arkamızda Söheyla-Muhittin Ersoplar, Yıldırım Mayruk ve ablası Münire Hanım, Halit Curalar, Hüzmenzadeler ve Doktor Nejat Türkoğlu hatırladıklarım…
Komşular, birbirlerini tanırlardı. Herkes birbirine karşı saygılıydı. Meraklı değil; ama ne olup bittiğinden de haberdar bir sosyal yaşam vardı. Büyükler; hoşgörülü, sakin ve yapıcıydı. Kimse kimsenin işine karışmazdı ama zor zamanda herkes yardıma koşar; bol zamanda da paylaşılırdı. Her evde buzdolabı olmadığı için, dolap olan evlerden buz dağıtılırdı. Mahallede halam Süheyla Ersop’ta buzdolabı vardı. Tahtakale’de talaş içinde buz kalıpları satılırdı.
Odun, kömür alındığında; alamayanlar da düşünülürdü. Hasta olanlar, gece gündüz demeden kapımızı çalabilirlerdi.
Komşuluk ilişkileri öylesine sıcaktı ki, TV ve telefon olmadığından olsa gerek, mutlaka her akşam birileri birilerine misafirliğe giderdi. Anneler çocuklarıyla komşularına haber gönderir ve o akşam gelip gelemeyeceklerini sordururlardı. “Müsaitseniz annemler bu akşam size geleceklermiş” diyalekti çocukların bu haberi iletme biçimiydi.
Kapı önü sohbetleri ise, sokağın vazgeçilmezlerindendi.
Evden herhangi bir nedenle çıkıldığında kadın ya da erkek herkes mutlaka özenle giyinirdi.
Bahar temizlikleri çok önemliydi, günlerce sürerdi. Mevsimlik giyecekler, yorganlar vs. çıkarılır, diğerleri naftalinlenip sandıklara kaldırılırdı. Dolapların içi mis gibi lavanta kokardı.
Yaz sonu salça, tarhana, erişte ve yufka yapılırdı. Yazları tükenmez içmenin tadına doyum olmazdı.
Hamama gitmek bir adetti ve tören havasında yapılırdı. Özenle hazırlanılır, çantalar yapılırdı. Kükürtlü, Hüsnü Güzel bizimkilerin gittikleri yerlerdi. Çekirge Sultan’a da adak adanırdı.
Sebil için, Uludağ gazozu, Bursa lokumu ikram edilirdi.
Pazar günleri Uludağ, Geçit ve İznik’e pikniğe gidilirdi. Uludağ hem yaz hem kış, Mudanya ve Burgaz ise yazlıkları olanların devamlı gittikleri yerlerdi.
Biz, okul tatil olmaya yakın Arnavutköy’e yerleşirdik. Balık tutar; sandalımızı boyar; olta ve çaparilerimizi tamir eder; fırdöndü takar; kurşunları parlatır; Sus ve Marakas vapurlarının geçişini, yunusların onları nasıl izlediğini seyrederdik. Çifte kayalardan atlar; mağaralara gider; Uzunyalı’da küçük midyeler toplar; Yıldız Tepe’de oralet içer, ayazmalarda yılan arar; Siğ ve Trilye’ye yakın yerlerden kekik ve dağ lalesi toplardık. Okullar açılmaya yakın da dönülürdü.
Bahçemizdeki asma çardağında büyük masamız hep dışarıda durur; burada yemek yenir ve bazı akşamlar fasıl yapılırdı. Babaannem ud çalar; herkes eşlik ederdi. Darbuka, def ve kaşık da çalınırdı. Hatta sesi duyan komşular fasıla katılırlardı.
Yazlık sinemaya gidilir; sinemada fındık fıstık yenir. Frigo, Alaska alınır ve genellikle Uludağ Gazozu içilirdi.
Dikencik çiftliği, Paşa Çiftliği ilkbaharda mutlaka pikniğe gittiğimiz yerlerdi.
İstanbul’a vapurla alışverişe gidilirdi. Vapurdaki restoranda leziz yemekler yenirdi. Kolalı peçeteler, bembeyaz masa örtüleri, çok temiz ve bir örnek giyinmiş; son derece kibar garsonların servisleri 1. sınıf restoranları aratmayacak kalitedeydi. Pera’ya uğranır; yeni filmler izlenirdi. Uçağa ilk defa, Bursa-İstanbul seferinde binmiştim.
Köşede şu anki Şefik Bursalı Sanat Galerisi’nin üstünde Belediye Bahçesi (Romans Aile Çay Bahçesi ki bu bahçede salon dansı yarışmaları, düğünler, nişan ve sünnet düğünleri yapılırdı), Çardak Restoran, İskender Kebapçısı, Turan ve Kafkas Pastaneleri, Kültürpark, Mahfel sık gidilen yerlerdi.
Çatı adlı bir kulüp vardı. Canlı Batı Müziği (o zamanlar halk arasında caz müziği diye adlandırılırdı) çalınan ve ara sıra gidilen mekânlardan biriydi. Heykel’in arkasındaydı.
İpekiş; ipek, Merinos; yünlü kumaş, Gemlik Sunğipek; suni ipek fabrikalarıydı. Bu fabrikaların halka açık satış yerlerinden, Sümerbank’tan ve o zamanlarda boydan boya manifaturacılar çarşısı olan Uzun Çarşı’dan kumaş alınarak; terzilerde elbiseler diktirilirdi. Kayhan Caddesi’nde Muzaffer-Şeyma, Reyhan’da Sevim Abla, Terzi Nermin Hanım, Terzi Adil, Nalbantoğlu’nda pantoloncu Nurettin terzilerimizdi. Moda, nakış ve çiçek konusunda da Enstitüden Saadet, Hikmet, Hacer, Gönülhan ve Süheyla öğretmenler de çok değerli kişilerdi. Kuaförlerimiz Meliha Abla, Şeref ve Ayhan Beylerdi.
Çoraplar, tahta yumurta desteği ile yamanırdı. Kaçan ipek çoraplar da çekilmeye gönderilirdi.
Pazar alışverişimiz Tahtakale’den yapılırdı. Meyveler, sebzeler, et, bakliyat ve süt ürünleri hep oradan alınırdı. Akide şekeri, lokum, kestane şekeri ve pişmaniye için Ulus Şekerleme’ye gidilirdi. Pazara zembille çıkılırdı. Alan var; alamayan var; kimse özenmesin denirdi. Konu komşuya saygı gereğiydi. Büyük alışverişlerde eve yalnız dönülürdü. Küfeciler sonradan eve getirirlerdi alınanları. Zaten evleri bilirlerdi.
Sütçü, evlere araba ya da eşekle süt dağıtırdı. 1, 1/2, 1/4 litrelik çinko kaplarla sütümüz ölçülürdü.
Yoğurtçu, yine büyük tepsilerde yoğurdunu satardı. Daha sonra bakkallardan ve süthaneden de alır olduk kaymak yoğurtları. At arabasında veya eşeklerle kavun karpuz da satılırdı. At terslerini toplar bahçeye gübre yapardık.
Boza, salep, macun, pamuk helva, dondurma, simit ve tahanlı pide, şans talih kader kısmet de sokakta satılanlar arasındaydı.
Yün ve pamuk atmak için seyyar hallaç dolaşır; yine seyyar kalaycılar bakır kapları toplayıp sokağın bir köşesinde tezgâh kurup kalaylarlardı.
Postacılar; aileden biri gibiydiler. Olayları izlerlerdi; herşeyden haberdardılar. Bizimle sevinip; bizimle üzülürlerdi.
Gece bekçileri, kahverengi resmi kıyafetleriyle tanınırlar ve gece boyunca düdük çalarak sokak aralarında dolaşırlardı.
Eskiciler, eskiler alırlardı. Ceket cebinde unutulmuş kağıt parayı geri getirdiklerini bilirim.

Tahir Alyanak’ın sünneti -1922

Çocukların bozuşmalarına büyükler hiç karışmazdı. Zira her seferinde kısa süre sonra hiçbir şey olmamış gibi davranılırdı. Ayırımcılık yoktu. Şununla oynama, bununla oyna diye yönlendirilmezdik. Olumsuz eleştirilmezdik. Şiddet yoktu.
Misket, gazoz kapağı (yılan oyunu, rozet), üçtaş, beştaş, dokuztaş, istop, saklambaç, elim sende, çember çevirme, gölge basmaca, birdirbir, uzuneşek, sek-sek, yakantop, ip atlama, yağsatarım, cicoz, çelik-çomak, evcilik, isim-şehir, kim nerede-kiminle sık oynanan oyunlardı. Kışları, kendi kızaklarımızla ya da merdivenlerle kayar; kardanadam yapar; kartopu oynardık. Kış oyunlarına zaman zaman büyükler de katılırdı.
Herkeste olmadığı için, top ve bisikleti olanlar nazlanarak arkadaşlarıyla paylaşırlardı.
Hepimizin değişik türlerde sahiplendiği hayvanlarımız olurdu. Tavşan, kedi, köpek, kaz, ördek, tavuk hatta kaplumbağa ve kertenkeleleri bile sahiplenir; onları kendimizce besler; başkalarıyla paylaşmamaya özen gösterirdik.
Yaz akşamları ateş böceklerinin peşinde koşturur, toplayabildiklerimizi bir kavanoza doldurup çevrelerini aydınlatmalarını hayranlıkla izlerdik.
Kimi zaman da dedemle yaprakların altına saklanan salyangozları toplardık.
Sümüklü böceklerin üstüne tuz serperek eritirdik.

Nalbantoğlu Bademli Sokak’ta Feriha,İbtihal ve Nilnihal Alyanak Evlerinin Bahçesinde

Ramazanlar bir paylaşım ayı idi. Ulucami’de mahyalar merakla izlediğimiz aydınlatmalardı. Ramazan boyunca birkaç kez değiştirilir; ne yazacağını merak eder ve tahmin etmeye çalışırdık.
Oruç tutsak da, tutmasak ta sahura kalkılırdı. Pilav, hoşaf, çay ve börek sahur yemeklerinin baş tacıydı.
İftar yemekleri, ise şölen gibi olurdu. Yemek sonrası mutlaka, güllaç veya ekmek kadayıfı, su muhallebisi ve baklava bulunurdu.
İftar vakitlerine yakın, fırın önlerinde pide kuyruğuna girilirdi. Yumurtalı pide isteyenler yumurtalarını kendileri götürürdü. İftar yemeklerine sık sık misafir çağırır ya da çağırılırdık. İftar vakitleri huzurlu saatlerdi. Oruç tutmayanlar dahi iftar sofrasında yerlerini alırlar ve zamanın dolmasını sabırla beklerlerdi. Sofra toplanıncaya kadar, neşe içinde sohbet edilirdi. Erkekler, teravih namazı için hazırlanırlar; onlar dönünceye kadar sofralar toplanır ve çay demlenirdi.
Ramazan ayı ya da diğer zamanlarda ezanlar minarelerde, şerefeye bizzat çıkan müezzin tarafından okunur; bu ses, her vakit tarifsiz bir huzur verir ve şükretmeye yönlendirirdi bizi. Herkes için gösterişsiz, sade ve içten zamanlardı.
Tabii ramazan ayının en önemli şahsiyetleri davulculardı. Her mahallenin kendi davulcusu vardı. Sahur vakitleri, yaklaştığında sokak sokak dolaşarak; çeşitli maniler eşliğinde davul çalarak ev halkının uyanmasını sağlarlardı. O devirde davulculardan kimse şikayetçi olmazdı. Sesleri güzel, manileri espiriliydi.
Bayram demek bizim için yeni elbiseler, ayakkabılar, harçlıklar, bayram yeri eğlenceleri ve akraba ziyaretleri demekti. Büyükler öncelikle kabristana giderler; sonra yaşça küçük olanlar büyüklerini ziyarete giderler, hal hatır sorulur; küskünler barışırlardı. Bayramın son günü ise, büyükler küçükleri ziyarete gelirlerdi. Bu ziyaretlerde mutlaka şekerleme veya tatlı götürmek adetti.
Bayrama yakın, evlerde bozuk para biriktirilir; kâğıtlı şeker alınır, bol bol mendil bulundurulurdu. Bayram süresince mahallenin çocukları bayramlaşmak için kapı kapı dolaşırlar ve bu bozuk para, mendil ve şekerlemelerden nasiplerine düşeni alırlardı. Başka mahallelere gidilmezdi. Kapınızı çalan her çocuğu mutlaka tanırdınız.
Bayram yerleri bayram süresince hergün uğranılan bir eğlence merkeziydi. Genelde Pınarbaşı’nda kurulurdu. Sihirbaz çadırı, balerin, uçan sandalyeler, mıknatısla balık tutma, hedef vurup oyuncak kazanma, dönme dolap ve olmazsa olmaz kayık salıncaklar çocukların bayram elbiseleriyle gidip eğlendikleri ve topladıkları tüm parayı harcadıkları yerlerdi.

Sağdan Şadi Alyanak, Günay Dikencik, Feriha-Mürşide Alyanak, Fazilet Bağcı, Mübeccel Akın Nezih Ersop’un sünnetinde

Evlerde bayram ikramları likör ve çikolataydı. Orta sehpada, bayram süresince hiç boşalmayan, içi badem şekeri ve lokumla dolu bir büyük tabak olurdu. Sigara ve masa çakmağı aynı sehpada yerini alırdı.
Yeniyıla girileceği zaman bir yılın bittiği ve yeni bir yılın geldiğinin bilinciyle hazırlıklar yapılırdı. En popüler yiyecek olan hindi dolması için sokaklardan geçen ve sürüyle hindi güden satıcılardan birkaç gün öncesinden seçilerek hindi alınır; iç pilav hazırlanarak doldurulur ve mahallenin fırınına pişirilmesi için gönderilirdi.
Yine o akşama mahsus, çerkez tavuğu, Rus salatası (aynı salata yıllar sonra Amerikan salatası olarak adlandırıldı) yapılırdı. Kuruyemişçiler yılın en büyük alışveriş günlerini yaşarlardı. Her sofrada çok çeşitli kuruyemiş bulunurdu. Meyve ve ekmek kadayıfı başta olmak üzere kabak ve ayva tatlısı yapılırdı.
Çelik Palas Otel’de yılbaşı balosu yapılırdı. Bazan annemler gidip döndüklerinde bizim için balon, konfeti ve değişik kağıt süsler getirirlerdi.
O gün çok güzel ve pırıltılı giysiler giyilir,;herkes birbirine küçük hediyeler alırdı.
Yemek sonrası ailecek çeşitli oyunlar oynanırdı. Bu oyunlardan Papaz kaçtı ve tombala en çok oynananlardı.

Soldan Neriman Erbak, Süheyla ve Dr. Nejat Türkoğlu ve Feriha, Dr. Tahir Alyanak

Radyoda Milli Piyango çekilişleri takip edilir ve yine radyonun düzenlediği yılbaşına özel müzik programları dinlenirdi. En popüler sanatçı ise herkesin gecenin ilerleyen saatlerine kadar beklediği Zeki Müren’di.
Şubat ayının hemen başında adına ”Şubat tatili” denen ve çocukların dörtgözle beklediği tatil başlardı. Tatilin ilk haftasında ben İstanbul’a Fazilet Halama, Nedime Teyzeme ve Ankara’ya Nejat Dayım ile Mübeccel Halama giderdim. İkinci haftada kuzenlerimle birlikte tekrar Bursa’ya dönerdik. Nedense mutlaka kar yağardı ve çocukların en eğlenceli günleriydi. Yarıyıl karneleri alınırdı. Kar helvası yapılır ve yenirdi.

Süleyman Çelebi Okulu 1962-1963 yılı Mezuniyet Hatırası Önde Ortada Oturan Kamil Saker

Babam hekim olduğu için bugün ailemiz için önemli bir gündü. Balo genellikle Çelik Palas’ta yapılırdı. Erkekler smokin, hanımlar da uzun etekli şık elbiseleriyle bu baloya katılırdı. Baloda çekilen fotoğrafları görmek için geç saatlere kadar beklerdik.
Çocuk bayramı, çocuklar tarafından tam manasıyla kutlanırdı. Bayramdan günler öncesinden sınıflarımızı süslerdik. Bu süsler 1 hafta süresince yerlerinde kalırdı. Şiirler ezberlenirdi. Sabahın ilk saatlerinde okuduğumuz okulun bahçesinde toplanır; gösteriler için bando eşliğinde Atatürk Caddesi’ne yürürdük. Hazırlanan gösterileri sunar; diğer okulların gösterilerini izlerdik. Bu bayramlarda da nedense yağmur yağardı. Okula dönüş yolunda ise herkes dağılır; evlerine giderlerdi. Ben ilkokulu Süleyman Çelebi İlkokulu’nda okudum.
5 Mayıs akşamı gül fidanlarının dibine herkes isteklerini, ya bir kâğıda yazarak; ya da çamurdan, taştan sembolik birşeyler bırakarak dilerlerdi. Efsaneye göre: (Ki biz gerçek olduğuna inanırdık) Hızır’la İlyas’ın buluşması rivayet edildiğinden, gözlerimiz gökyüzünde kırmızı ve yeşil güllü pantolon giyen hayaller arardı. Sofraya da Hızır için mutlaka boş bir tabak konurdu. Gençler, sütün üzerine iki tane saman çöpü atarlardı. Sabah kalkıldığında eğer o saman çöpleri birbiriyle birleşiyorsa sevdiğinle buluşacaksın, birleşmezse sevdiğinizle kavuşamayacaksınız anlamına gelirdi. Ertesi gün, çok çeşitli yiyecekler hazırlanarak pikniğe gidilirdi. Eğlenilir, yenilir içilirdi. Ateşten atlar ve saçımıza şimşir yaprakları takardık. Böylece o yılın sağlıklı ve bereketli geçeceğine inanırdık.

1967 – Dr. Tahir Alyanak’ın Cenaze Töreni

Genelde Mudanya’da olurduk. Her denize kıyısı olan kasabada olduğu gibi orada da çeşitli yarışmalar yapılır; bu yarışmalar, neşe içinde ve çok eğlenceli geçerdi. İlginçtir, kazanan da kazanmayan da mutlaka bir hediye alırdı. Bir keresinde bu yarışmaların en heyecanlısı ve eğlencelisi olan Yağlı Direk yarışmasına ben de katılmıştım ve sonucu hatırlamıyorum ama canlı bir ördek kazanmıştım.
Deniz denilince çocukken yine çok inandırıldığımız bir konuyu, Eyyam Bahur günlerini kısaca anlatmadan geçemeyeceğim. Ağustos’un ilk haftasında güneş ışınlarının cildimizde, eğer ıslaksak iz bırakacağını ve beyaz beyaz alalanacağımızı söylerlerdi. Bundan korunmak için de boynumuza kocaman çiviler asar; deniz kenarında öyle dolaşırdık. Çivi tenimizi yakmaya başlarsa hemen gölgeye kaçardık.
Cumhuriyet Bayramı bize bir bağımsızlık simgesi olarak öğretildi. Onun için her türlü törenden kaçmaya çalışan çocuklar bile, o gün mutlaka okullarına giderler ve törenlere büyük bir coşkuyla katılırlardı. Sokağımız baştan sona bayraklarla donatılırdı. Büyüklerimiz yine güzel giysilerini giyerek törenleri izlerler, kimileri de 29 Ekim akşamı düzenlenen Cumhuriyet Balosuna katılırlardı. Her Milli Bayram kutlamalarında olduğu gibi 29 Ekim’de de Fener Alayı düzenlenirdi. Bu yürüyüşün seyrine doyum olmazdı. Katılmak için yeterince büyük olmadığımıza hayıflanırdık.
Akbaba, Hayat, Ses mecmuaları, Mandifata ve Burda moda mecmuaları ayrıca Radyo dergisi alınırdı. Akşam, Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri okunurdu. Uzun dalga Ankara ve orta dalga İstanbul radyoları dinlenirdi. Arkası Yarın, Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı. Halit Kıvanç maç anlatır, Bal Mahmut’un sohbetlerine doyum olmazdı. Reklamlar azdı. Demirbank, Eti ve Mintax reklamını herkes bilirdi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne, bu derlemede emeği geçen herkese, özellikle Sibel Gök’e çok teşekkür ediyorum. Bu anıları oluşturanların kimini özlemle, kimini rahmetle ama herkesi saygı ve sevgiyle anıyorum.

16.08.2010 tarihinde Sibel Gök tarafından görüşülmüştür.

 

ARAMA YAP