1948 yılında Şible’de dünyaya geldim. Emir Buhari ve Çelebi Mehmet okullarında okudum. Daha sonra futbol oynamaya başladım. İlk olarak Şible’de Gençlerbirliği takımında futbol oynadım. Daha sonra Merinos’a geçtim. Sonra Bursaspor, Eskişehirdemirspor, Ispartaspor’da oynadım. Futbolculuk gitmemeye başladı ve hoca olmaya karar verdim. Merinos’u, Mako’yu, Renault’u, Tekel’i, İnegöldemirspor’u çalıştırdım. 40 sene de futbol hocalığı yaptım. Şimdi dizlerimden ameliyat oldum, artık televizyonda maç izleyemiyorum, beni yoruyor.
Babamın doğum yeri Kosova’nın İpek şehridir. Babam Kanber ve amcalarım Sefer, İsmail, Nazım Kosova’dan Türkiye’ye geldiklerinde önce Adana’ya yerleşmişler. Adana’da pamuk tarlasında çalışmışlar. Oradan da sanıyorum 1938-1940 yılları arasında Bursa’ya geliyorlar.
O dönem Atatürk Caddesi’nin ilk kanalizasyon künklerini babamlar döşüyor. O yıllarda Setbaşı Fırını hala aynı yerindeymiş. Babamlar fırından ekmek alıyorlar, parasını veriyorlar; adam para üstünü vermek için arkalarından bağırınca babamlarda ellerinden ekmeklerini alacak zannediyorlar ve kaçıyorlar. Düşünün hiç Türkçe bilmiyormış. İlk geldikleri yıllarda buna benzer sıkıntılı anlar yaşamışlar.
Ben dünyaya geldiğim zaman üç amcam da bekârdı. Evde ki tek çocuk bendim. 2,5 yaşına kadar Bursa’nın en zengin ailesinin çocuğu gibi yetişmişim. Ama tabi Arnavutların güzel yönlerinden bir tanesi; babamın 5, amcam İsmail Oturgan’ın 7 çocuğu olmuş ve benim pabuç dama atılmış. Yani en büyüğümüz ablam Sabriye, ondan sonra ben, benim bir ufağım Şaziye, ondan sonra sırasıyla Şaban, Fatma ve Gülay. Amcamın çocukları da sırasıyla rahmetli Hayrettin, Akif, Faruk, Kadriye, Fahriye, Türkan ve Ali (Selim).
Eskiden Yenimahalle ve Mollaarap’ta genelde ayakkabıcılar otururdu. Şible’de semerciler; Zafer Mahallesi, Demirtaş’ta bıçakçılar bulunurdu. Setbaşı Rumlar, Altıparmak Yahudilerin yeriydi. Atatürk Heykeli’nin olduğu yerin önü Bursa Hapishanesiydi. Şible’de önce dokumacılık mesleği yaygınlaştı. Ondan sonra şoförlük mesleğini yapanların sayısı arttı. Bu arada tabi babasının işlerini takip edenler aradan kaçmaya başladılar. Mahallede ilk profesyonel olarak futbolla ilgilenen ben oldum. Merinos’a, Merinos’tan da Bursaspor’a gittim. Benden sonra Haluk, Ercan, Gürcan, Harun profesyonel futbol oynadılar.
Cumhuriyet Caddesi’nden dönünce sağ tarafta Tahıl Caddesi vardır, orada Abdal Camisi’nin oradaki tarihi bina Bursa’nın ilk çöplüğüydü. O çöplükten sonra şimdiki Kent Meydanı’nın olduğu yer ikinci çöplüktü. Üçüncü çöplük de Demirtaş’daydı; oradan da kaldırıldı. Bizim mahallede katırlarla çöp toplanırdı. Gün aşırı gelir çöpleri katırlarla toplarlardı.
Övünmek gibi olmasın Bursa’nın kurnazları Şible’den çıkar. İkinci sırada da İvazpaşa gelir. Emirsultan’a sırtını ver Şible’ye doğru gel, Çakırhamam’a gel, Altıparmak’a gel caddenin sağ tarafında hiçbir Bursalı oturmaz. Hepsi sol tarafta yukarıda otururlar. Kendilerini daha garantiye alırlar. Bir de hiç duymayacağınız bir şey anlatayım ben size; kime Bursalı derler biliyor musunuz? “Eli mendilli, sırtı zembilliye Bursalı derler”. Bursalıların ellerinde mutlaka ipek beyaz mendili vardır. Bir de zembil dediğimiz içinde ne olduğunu göstermeyen sepet gibi bir şeydir. Eve et mi götürüyorsun, balık mı götürüyorsun, kavun mu götürüyorsun, rakı mı götürüyorsun, ekmek mi götürüyorsun ya da hiçbir şey götürmüyor musun belli olmazdı.
Emirsultan’da bir tane ebe anne vardı. Kendisi bugün yaşı 50 ile 70 arasında olup Emirsultan veya Şible’de doğanların ebe annesi, Bursa müftüsünün hanımıdır. Bir de Şekerci Tahir Amcamız vardı. Şible’den Karamazak’a çıkarken orada şimdi bir tatlıcı dükkânı vardır. O dükkânın bulunduğu binanın sahibiydi. Eğer çocuk çok ağlıyorsa, geceleri huysuzluk yapıyorsa hemen çocuğu kucaklayıp Tahir Amca’ya götürürlerdi. Tahir Efendi bembeyaz sakallarıyla, nur gibi yüzüyle çocuğa okuyup üfledi mi çocuk susardı. Artık doğru mudur, hurafe midir bilemem. Mutlaka her çocuk bir kere Tahir Amca’ya okunsun diye götürülmüştür.
Mesela Ata Demirer Şibleli’dir. Annesi Kurşunkaçar’ın torunu Ayten’dir. Onlar dört kardeştir Ayten, Aynur, Pakize ve oğlan kardeşleri Murat vardı. Babası Orhan’da bizim jenerasyondur. Kurşunkaçar’da Bursa’nın sayılı adamlarından biriydi.
Karamazak mahallesi çok mütevazı bir mahalleydi. Koca mahallede bir iki kişide radyo vardı. Pazar günleri maç dinleyeceğimiz zaman radyosu olan o ailenin camını açtırır, hepimiz camın altına toplanır, maçı dinlerdik. Hatta tam karşımızda İhsan Kentmen abimiz vardı. Onlar bize göre ekonomik durumu çok iyi olan bir aileydi. Onların da radyosu vardı. İhsan abinin oğlu Yalım kanuncudur. Bursa’nın sayılı müzisyenlerinden birisiydi. Ortanca oğlu Deniz Harp Okulu’nu kazandığı zaman TRT Haber’de saat birde adı okunmuştu, kazananların listesi radyodan verilmişti.
Evimize ben ortaokula başladığım zaman 1960 senesinde elektrik alınmıştı. Ondan önce gaz lambasıyla yaşıyorduk. Gaz lambasının ışığında ders yapıyorduk. Zaten sabah namazı ile kalkmak, yatsı namazından sonra da yatmak mecburiyetindeydik. Kriter buydu. Yemek seçme zevkin yoktu bizim ailede. Bir huyuma çok kızıyorum. Tek başına yemek yesem de çok hızlı yiyorum. Bu çocukluktan gelen bir alışkanlık. Nasıl olmasın ki? 7 tane çocuk, iki de anne baba, bir de babaanne geliyor. Bir tasta yemek koyuyorlar ortaya, bu tarafa bakarken yemek bitiverir ortada. Ben pıtır pıtır karnımı doyururum çekilirim kenara.
Bende çok meraklı birisiydim. Büyüklerime hep sorar eskileri öğrenirdim. Evimizin arka tarafında çok güzel bir bahçe vardı. Deli Bahçe derdik. Bahçede armut bahçeleri vardı. Bahçe sahibi kadın feracesine armutları toplar anneme ve yengeme verirlerdi. Biz o bahçelerde oyunlar oynardık.
Babaannem Tahire Hanım tam Osmanlı kadınıydı. 42 numara ayakkabı giyerdi. Cesaretin varsa şaka yap. Vurdu mu oturturdu. Onun hikâyesi de çok ilginçtir. Recep Dede babamın babasıdır. Babaannemle evliyken ölmüş ve Recep Dede’nin kardeşi babaannemle evlenmiş. Dedeler üç tane Recep, Hayrettin, Muhsin. Ben üçünü de görmedim. Mezarlıkları da Emirsultan’a giderken soldan aşağı iki mezarlık arasından inince gasilhanenin karşısındaki çeşmenin yanındadır. Babaannem, annem ve babam da oradan aşağı inerken sol tarafta yatıyorlar.
Şible’nin çok yararlı taraflarını gördüm. Bir kere çok arif insanları vardı. Mesela büyüklerim sigara içerlerken “Sarı, sen yanımıza sokulma” derlerdi. Bütün angarya işlerini yaptırırlardı ama kötü alışkanlıklar kazanmamamız için de ellerinden geleni yaptılar. Karamazak’ta bizim kuşak sigara içmeyen bir kuşaktır. Ancak tek bir kötü huyları vardı; ekonomik özgürlüklerini kazandıklarında Şible’yi terk etmeye başladılar. Önce Setbaşı’ndaki Gökdere Bulvarı’nın sağına, soluna gitmeye başladılar. Orası da kesmedi Çekirge’ye gittiler. Oradan sonra da Beşevler tarafında lüks dairelere taşınmaya başladılar. Şimdi yavaş yavaş geri dönüyorlar. Anneleri Şible’de rahmetli olduğu zaman onlar geri dönmeye başladılar. Örnek verecek olursak Mustafa Kırcılar, İs-Me, Kolonyacı Ertuğrul Abiler geri gelmeye başladılar. Buradan gitmekle biz hata yapmışız demeye başladılar.
Bazı abilerimiz vardı, bizi beğenmezler Şetbaşı’na, Yeşil Kahvesi’ne giderlerdi. Ama zaman geçince, bizi tanıdıkça bizden özür dileyen abilerimiz oldu. Bizdeki ariflik, zekilik, çabukluk, yardımlaşma kimsede yoktu. Herkes herkesin suyunu taşırdı. Amcamlarla aynı evde oturuyorduk. Hiç kimsenin evinde terkos içme suyu yoktu. Herkes kapısının önüne içme suyu kabını koyardı. Yukarıdan kim aşağıya iniyorsa o kabı alır, aşağıda doldurup aldığı yere bırakırdı. Kimin olduğu hiç önemli değildi; alt komşunun ki olur, üst komşunun ki olur hiç fark etmezdi. Bu senin anayasal sorumluluğundu. Yapmadığın takdirde azarda görürsün, hakarette görürsün, yeri gelir babandan tokat da görürsün. Bu benim en çok hoşuma giden adetlerimizden birisiydi. Birde Teleferik tarafından evden eve kaba su gelirdi. O su bulaşık, çamaşır yıkamada, tuvalette kullanılırdı. İçme suyu top oynadığımız meydanın kıyısındaydı. Birine odun geldiği zaman herkes imece usulüyle taşırdı. Böyle güzellikler vardı bizim mahallemizde.
Merinos’ta da öyle adamlar arasında çalıştım ki. Üç tane oğlu olan bir abimiz vardı. Kendi ceketini oğluna ters yüz yapıyordu. Birinci sigarasını kıl testereyle kesip iki paket haline getiriyordu. O kadar ekonomik sıkıntı içerisinde namusu, sadakati, dürüstlüğü örnekti. Şimdi bazı insanlara bakıyorsun tiksinmemek elde değil. Biz yırttık. Şimdi bize hakemler bakıyorlar maçı bitirelim mi diye. Biz de bakıyoruz biraz daha oynayabilir miyiz diye. Ama gençlerin işi çok daha zor. Allah yardımcıları olsun.
Taşkın’da Taşkın Hazretleri, Şible’de Şible Hazretleri, Karamazak’ta Kara Abdülrezzak Hazretleri var. Yani bu mahallelerin hepsi birer evliyaya hitap ediyor, onların isimleriyle adlandırılmış.
Şible’den Karamazak’a çıkan meydan da eskiden bir cami varmış. Biz o meydan da top oynardık. Şimdi o caminin bulunduğu yer apartman olmuş ama yatır hala apartmanların arasında duruyor. Zaten o bölge Camiönü diye anılır. Sağ tarafta İncisigüzel Sokak, sol tarafta da Can Sokak vardır.
İlk Bursa’nın bir numaralı otobüsü Yeşil-Çekirge, iki numarada Emirsultan-Hastane-Çekirge’ydi. İlk taksi dolmuş Teleferik-Heykel’di.
Komşuluk ilişkilerinde riya yoktu. Neyin varsa vereceksin. Yengem ve annem bir yere gidemezdi. Babaannem beni yanında baston olarak arkadaşlarına götürürdü. Arkadaşları genelde kendi memleketlileriydi. Mesela kuyumcu Harmanlılar vardı, en çok onlara giderdik. Ama annem ve yengemin kafayı kaldıracak durumları yoktu. O kadar çocukla mümkün değildi. Ancak mükemmel komşuluk, katkısız yiyecekler vardı, giyim kuşam yoktu. Herkesin bir tane kışlık, bir tane de yazlık kıyafeti olurdu. Annemi çarşaftan mantoya ben döndürdüm, lastik ayakkabıdan normal ayakkabıya ben döndürdüm.
Babamın Emirsultan’a gelirken mezarlığa gelmeden Taşkın’a inen aralıktan sonra sol tarafa üç tane dükkânı vardı. Pazarcı dükkânı, bakkal dükkânı ve kömür satardı. Ondan sonra karşıya geçti. Ondan sonra tekrar bu tarafa karşıya geldi. Yani 25 metrelik yerde 40-50 sene dükkân çalıştırdı.