Ferit Vercan ile sözlü tarih görüşmesi

Ali Paşa Mahallesi’nde dördüncü kuşağım. Evimiz Ali Paşa Mahallesi Fışkırık Caddesi’ndeydi. Birinci kuşak, dedemin babası Hacı Arif… İkinci kuşak, dedem Hafız Nuri Vercan. Soyadımız bu dedemiz zamanında alınmış. Kendisi 1893 doğumluydu. Üçüncü kuşak, babam Arif Hikmet Vercan da 1916 doğumluydu. Dördüncü kuşak, ben Ferit Vercan ise 1943 doğumluyum. Babam beni Ticaret Lisesi’nde okuttu. Lise 2 den okulu terk ettim. 6 yaşından beri Tahtakale’deyim.

1952 – Ferit Vercan Annesi Vesile , Babası Akif Hikmet ve Kardeşi Müzeyyen Tümer

Mahallemizde çok güzel günler geçirdik. Hepimizin evi bahçeliydi; bahçelerimizde çeşitli meyve ağaçları vardı. İlkokulu babam, Kazgani adı altında Süleyman Çelebi İlkokulu’nda okumuş. Biz, aynı okulda Süleyman Çelebi İlkokulu adı altında okuduk. Başöğretmenimiz rahmetli Yaşar Benker, sınıf öğretmenimiz rahmetli Mahmut Burlu’ydu. Dr. Rüştü Burlu’nun babasıydı. Aynı zamanda babamı da Mahmut Burlu okutmuştu. Bir diğer öğretmen de Kamil Saker’di. Kamil Bey eski belediye başkanı Erdem Saker’in babasıydı.

1954 – Süleyman Çelebi İlkokulu

Mahallemizde yetişen bazı değerli büyüklerimiz eski jandarma genel komutanı General Orhan Yiğit (Erdem Saker’in öz dayısı) ve General Faik Türün’dür. (eski İstanbul sıkıyönetim komutanı )

Dedem Hafız Nuri Vercan, her Pazar evde tamir işi yapardı. Takım sandığını çıkardığı zaman “eyvah” derdim. Arkadaşlarım dışarıda oyun oynarken ben evde dedeme çıraklık yapardım. Öğleden sonra “Son Posta Gazetesi” gelirdi. Gazeteler ancak öğlen Bursa’ya ulaşırdı. Dedem öğlen geçince “Hadi bakalım git şimdi bir gazete al! Yalnız dikkat et dünkü tarihli gazeteyi vermesinler sana” derdi. Ben gazeteyi alınca ilk önce tarihine bakardım.

1963 – Hafız Nuri Vercan

Önceden yer sofraları vardı. Sofrada herkesin yeri belliydi. Herkes yerine otururdu.

Tahtakale’de Hacı Musa Efendi bir gün şöyle anlatmıştı: “Senin dedenin babası yani Hacı Arif; İvazpaşa, Kuzgunluk Mahallesi’ni kuran insandır. O zaman bir muhacir geldiğinde hemen dermiş ki; sen ormandan ağaç kes, sen ustalık yap, sen amelelik yap. Herkesi ayaklandırır; o mahalleye bir ev yaptırırmış. Muhacire de ‘hadi bakalım otur’ derlermiş.”

Eski yıllarda, günün birinde Tahtakale’de ki dükkânımızın önünden birinin hanımı geçmiş. Hacı Arif dede adamı görünce hemen “Gel bakayım buraya. Sen evine ihtiyacını götürmüyor musun? Neden karını buralara kadar getirtiyorsun. Hiç kadın çarşıya çıkar mı?” diye azarlamış. O zamanlar kadınlar çarşıya, pazara inmez; evin ihtiyacını erkekler götürürmüş. Bir daha o kadın da çarşıya inmemiş. Şimdi evladına, torununa laf geçiremiyorsun.

Ferit Vercanın Dükkanının Eski Hali

İşyerimiz Tahtakale Çelebiler cad. No: 6’daydı. Büyük dedem Hacı Arif tarafından 1890 senelerinde kurulmuştu. 2. 3., 4. ve 5. kuşak olan oğlum 18 yaşına kadar talebelik yıllarında işyerimizde bulundu. Tam 5 kuşak aynı işyerinde toptan gıda ve perakende işi yaparak çalıştık. Söke Un Fabrikası’nın 15 sene Bursa bayiliğini yaptım. İyi bir isim bırakarak rahatsızlığım dolayısıyla 1996 senesinde işyerimi kapattım. Oğlum Nuri Hakan Vercan’da Amerika’da tahsilini bitirerek yurda döndü. Şu anda İSKO şirketinde dış ticaret ile uğraşıyor.

Tahtakale’de ki dükkânı büyük dedem Hacı Arif’ten sonra dedem Hafız Nuri Vercan işletmeye başlamış. Hafız dedem Ulucami’de hafızlığa çalışırken Ulucami’nin minaresinden düşmüş. Merdivenlerden yuvarlanarak aşağıya kadar inmiş. Sonra hemen dedemi yaş deriye sarmışlar. Bir gecede o deri dedemi kendine getirmiş. Dedemin babası Hacı Arif’e de hayırlı evlat yetiştirdiği için Ulucami’de bir plaket vermişler.

O zamanlar doğru düzgün okuma bilen olmadığı için Tahtakale esnafı hesap kitap yaptırmak için hep dedeme gelirdi. Çok güzel bir yazısı vardı. Çok sert ama çok dürüst bir adamdı. Dükkânda müşteriler ekmeği çok elledikleri zaman onlara kızardı. “Yallah dışarı, yallah; ekmek seçilir mi? günah” derdi.

Biz sabah ezanlarında 100 tane 200 tane ekmek satardık. Aralık Han’da Yozgatlılar, Sivaslılar toplu halde yatarlardı. Ekip başları onları inşaatlara götürür, beton atarlardı.

Sonraları 125 kuruşa billur tuz çıkmıştı. Satıcı babama da geldi; babam da ona dedi ki; “Ah kardeşim biz 10 kuruşa çuval tuz satıyoruz. Bizim müşterimiz dağ bölgesinden fakir halk. Kim alacak 125 kuruşa billur tuz”. Daha sonra Güneş sabunları çıktı. Yarım kiloluğu 2,5 liraydı. Onu da, kimse almaz diye dükkâna sokmadık. Bizim dükkânın altı kil deposuydu kil, çivit satardık. İnsanlar çamaşırlarını bunlarla yıkardı. Urgan, çarık ipi, kahve satardık. Küçükken hiç unutmuyorum birine arpa tarttım. O kürekte kalan yarım avuç arpayı da arpanın çuvalı diye kahvenin çuvalına döktüm. Dedem kahve çuvalından bütün arpaları bana ayıklattı. Kandil zamanı mum satardık. “Şemeler mumlar, kandilliktir bunlar” diye bağırırdık. Ayrıca dükkânımızda nal mıhları satardık. Traktör devri başlayınca hayvan devri azaldı, bitti. Bizde bu mıhları kaldırdık. İnşaatlar betona dönmeye başlayınca inşaat çivisini kaldırdık. Kahveyi kaldırdık, nişadırı kaldırdık. Gemici fenerleri vardı. Etrafı camla kapalı, 4-5 numara idare lambaları vardı. Cemal marka develi gazları satardık. Teknoloji ile birlikte bu malların hepsi tezgâhtan kalktı.

Bir keresinde; dedem sirke almış birinden. O sirkede sirke ruhluymuş. Gece sirke cam damacanayı patlatmış. Depodaki bütün o mıhlar, çiviler ıslanmış. Babam, onları hep dükkânların önüne yayıp kurutmuştu.

Benim oğlum Amerika’ya gitmeden önce dükkânda birine un hazırlıyorduk. Teraziye bir fiske un dökülmüş, onu üstüme üflüyordu. “Ne üflüyorsun” dedim. O üfledikçe toz üstüme geliyordu. “Hak geçiyor baba” dedi. “Teraziye un dökülmüş, sen tarttıkça o kadarlık kısmı eksik kalıyor.” Sonra bir durdum; oğlumun söylediği doğru. Büyük dedesini hiç görmemişti ama demek ki o da soya çekmiş diye düşündüm.

Tahtakale Çelebiler Caddesi’nde Ferit Vercan’a ait Dükkanın Eski Hali

Bizim dükkânın yanında hana ait bir kemer vardı. Komşumuz o kemeri çatısının altına aldı. Dışını da sıvattı. Tahtakale’de ki dükkânların hepsi böyle kemerlerin, duvarların üzerine kurulmuştur.

Tahtakale tabi çok eski bir çarşıydı. Çok daha güzeldi. Oturmuş düzeni olan bir çarşıydı. Mesela Ramazan ayında Kapalıçarşı esnafı akşamüstü komşularına derdi ki “Tahtakale’ye bir çıkalım belki dağ tarafından taze çilek veya dut gelmiştir.” Köylüde onların akşamüstü geleceğini bilirdi. Mesela Cumartesi, Pazartesi, Perşembe günleri Tahtakale’de pazar günleriydi. Çongaralı teyzeler gelirler, bakraçlarında yoğurt satarlardı. Kahveciler sabah ezanlarında gelir ocaklarını yakarlardı. Öyle ki akşamdan ocaklarını söndürmezler, üzerine barak örterlerdi. Sabah geldiklerinde eşeleyiverirlerdi; ateş hazır olurdu. Şimdilerde kahveciler bile 9.00’dan önce gelmiyor.

Ferit Vercan ve Arkadaşları

Komşuluğumuz çok iyiydi. Sabah Tahtakale’ye gelen esnaf selamünaleyküm diye bir bağırırdı; Tahtakale çınlardı. Daha da eskiden babam anlatırdı; eğer karşıdaki bakkal o gün iş yapamadıysa; buradaki bakkal çok iş yaptıysa akşamüstü gelen müşteriyi karşıya yollarmış.

1950 – Terzi İsmail Çalışkanel’in oğlu Ahmet Çalışkanel’in Sünnet Düğünü

Köylüler aldıklarını süzme denen bezden, ağzı büzgülü torbalara tarttırırdı. Bir gün köylü 4 çeşit malzeme alacak ama 3 tane süzme getirmiş. Adam ne yaptın demeye kalmadan dedem tuzla pirinci aynı süzmeye tartmış. Dedem müşterisine “Dur” diyor. “Şimdi hanımın bunu evde ayıkladıktan sonra bir daha sana eksik süzme vermez.”

Dükkânımızın karşı tarafında Apostol Efendi adında bir gayrimüslim varmış. Dedem bana derdi ki “sen sen ol sakın onlara gâvur deme, gayrimüslim diyeceksin”. O Apostol Efendi Yunan harbi çıkınca dedeme demiş ki “Senelerce burada çok güzel komşuluk yaptık. Biz kaçıyoruz. Şu iki güğüm sarı lirayı al. Ben yanımda götüremiyorum, ziyan olmasın. Eğer günün birinde iki devlet arasında bir barış olursa ben gelirim; güğümün bir tanesini senden alırım”. Dedem bu teklifi kabul etmemiş. Ben de dayanamadım “Gönül rızasıyla veriyormuş dede, neden almadın?” dedim. “Kul hakkıyla öbür dünyaya gidilmez. Hele gayrimüslimin hakkıyla asla gidilmez” dedi. Çok dürüst bir adamdı. Birde Natan diye bir Yahudi vardı. Bizim yağ tenekelerine lehim yapardı. Pazartesi günleri gelir yağ tenekelerini lehimlerdi. Ancak hile yaparmış; metalini fazla koyarmış. Babam ona kızardı “Metali fazla koyma; yollarda tenekeler patlıyor” derdi. Natan, Pazar günleri karısıyla birlikte iki kızını alır Tayyare Sineması’na götürürdü. Sonra Filistin’e gitti.

Tahtakale’de Laz, Çerkez, Arnavut her millet insan vardı. Bazen bunlar kendi aralarında münakaşa ederlerdi. Sesleri yükselmeye başladığında dedem Hafız Nuri Efendi hemen gider, olaya müdahale ederdi. Sert bir sesle “Hangi kavimden olursanız olun, hepiniz Ulucami’de aynı imamın arkasında namaz kılıyorsunuz” derdi. O kavgayı orda bitirirdi ve insanlar arasında da kin kalmazdı. Öyle bir saygı vardı.

Mallarımız İstanbul’dan Yeşil Bursa Buntaş ambarıyla gelirdi. Ambarın yeri Orhan Camisi’nin oradaydı. O zaman İstanbul’dan Mudanya’ya yük motorlarıyla mallar getirilir; oradan araçlarla Bursa’ya ulaştırılırdı. Ben de Mudanya’dan bir kere İstanbul’a Marakas adlı vapurla 5 saatte gitmiştim.

1995 Ferit Vercan ile Halil Yeşilbursa Tahtakale Çeleiler Caddesi’ndeki Dükkanı

Karşımızda Rüstem amca vardı; elinden çekiç düşmezdi. Babamın elinden de pek öyle şey gelmezdi. Rüstem amcadan rica ederdi. “Ya şurayı çakar mısın?” diye. Hemen işini bırakır; gelir orayı çakardı. Bir işin varsa komşuya dükkanı emanet ederdin. Kendi dükkanını bırakır; senin dükkanınla ilgilenirdi.

Sümerbank’ın karşı köşesinde Elektronikçiler Çarşısı’nın olduğu yerde Tahir Sütmen’in süthanesi vardı. Biz oradan Ağustos ayında kaşar alırdık. Kaşar kurtlanırdı. Çünkü içinde hiçbir katkı maddesi yoktu. Karyağmaz’ın Süthanesi vardı. Salça yaparlardı.

Ramazan’da pide satardık. “Eskişehir unundan yeni çıktı fırından” diye bağırırdık. İlk ayçiçeği yağını, Ahmet Kodaman adında bir adam gelmişti, o sordu. Sonradan babam takip etti; birkaç kişi daha sorunca Orhangazi’den ayçiçeği yağı getirdi.

1952-1955 yıllarında Tahtakale’deki dükkanımıza telefon almıştık. Telefon numaramız 2773’tü.

Eskiden zenbillerle eve alınan erzak götürülürdü. Alınanlar hamallarla eve gönderilemezdi. Görmemişlik ediyor, diye düşünülürdü.

Sibel Gök tarafından 27 Temmuz 2010 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP