Erhan Yıldızalp ile sözlü tarih görüşmesi

ESKİ TAHTAKALE

Tahtakale: Bursa’da, şehrin ortasında tarihi bir mekân… Burada, Amasya’lı Yahşi Bey’in oğlu ve Çelebi Sultan Mehmed devrinin Başveziri olan Beyazid Paşa’nın hayır eserlerine irat olarak yaptırdığı büyük bir İşhanı vardır.

Bu İşhanının adı ile çevresi bu gün Tahtakale Çarşısı adı ile anılmaktadır. Bu Han yapıldığında Beyazıt Paşa hanı denmiş ve sicillerde de Han-ı Beyazıt Paşa fi Tahtel-kal’a adı geçmekte ve A/2, 38, H.827 tarihli sicilde de Tahtakale kaydı bulunmaktadır.

Adını Han’dan alan Tahtakale Mahallesi Muhtarlığı, sicil kayıtlarına göre doğusunda A/1,2, H.867 tarihli kayıtta Ebu Şahme mahallesi bulunmakta; bu mahallede Subaşı Eynebey Medresesi ve Hamamı olduğu için de mahalle İnebey mahallesi olarak tanınmaktadır.

Bu Medrese ve Hamamın üst tarafında 1490 yılında yaptırılmış Arap Mehmet Camisi bulunmakta; bu Cami ile Hamam arasında Ağa-Paşa konağı adı ile tanınan ve 2.Ortaokul binası olarak kullanılan büyük bir bina vardı; şimdi yerinde apartman var. Burası, Zeki Müren’in tahsil gördüğü ortaokuldu.

Tahtakale’nin batısında, A/1, 7, H.867 tarihli kayıda göre Mecnun dede Mahallesi vardır. Bu mahallede 2. Murat devri Bursa Subaşısı Emniyet Müdürü olan Çakır Ağa’nın Külliyesi bulunmaktadır. Bu Külliye sahasında, Çakır Ağa tarafından Mecnun Mehmet adına yaptırdığı Cami ve bu Caminin yanında da Zaviyesi vardı. Bu Zaviye 1803 yılında Kurşunoğlu namıyla tanınan Hacı İbrahim Ağa tarafından Medrese haline getirilmiş olup; yakın zamana kadar eski eser özelliği bulunmakta iken; şimdi yerinde apartman bulunmaktadır.

Güney tarafta, Tahtakale mahallesine hudut teşkil eden Süleyman Çelebi okulu da 1703 yılında tesis edilmiş olan Ahmet Gazi Tekkesinin olduğu yerdir.
Bu zat Gazze’den geldiği için Bursa da bu nam ile tanınmıştır.

Bu okulun doğu tarafında, Fışkırık caddesinde 1571 yılında yaptırılmış Duhter-i Şeref Fışkırık Camisi vardır.

Yine güney tarafta bulunan Veziri caddesinde, Fatih devri eseri Hacı Sevinç Camisi bulunmaktadır.
Kuzey tarafta ise Atatürk Caddesi sınır teşkil etmektedir.
Tahtakale, Bursa da en büyük işhanları özelliğinde olup 1855 yılındaki depremde hasara uğramış; zaman içinde ilgisizlikten birçok kısımları yok olmuş; kalan kısımları da şahıs eline geçmiş; bugün gözle görülür şekilde az bir kısmı bulunmaktadır. Bir de hasara uğrayan kısımları tekrar kullanılır duruma getirilirken, gayrinizamî bir yapılaşma meydana gelmiştir.

Küçüktahıl Sokağı’na cephesi olan güney tarafında bir kısım orijinal duvarları görülmekte ise de bu duvarlar tahrip edilip; kapılar açılmış.

Doğu tarafında da çok az miktarda kemer ve duvarlar göze çarpmaktadır.
Batı ve kuzey cephelerinde ise yine az miktarda duvarlar dükkânların içinde kalmış durumdadır.

Güney cephede, orijinal duvarların bulunduğu kısımların iç ve alt tarafları orijinal duvarlarla dükkânlar olup, bu dükkânların mahzenleri Küçüktahıl Sokağı’nın altındadır; iç taraftaki dükkânlarda giriş yerleri bulunmaktadır.

Bu sırada üst tarafta sonradan yapılmış iki sıra odalar vardır; buraya “Ali Paşa odaları” denmektedir. 1980 yılına kadar burada Yemeni, Terlik imalatçıları çalışmakta idi; şimdi ise büro olarak kullanılıyor. Hanın bu cephesindeki esas dükkânlar, Hanın iç kısmında olup burada demir hurdacıları vardı; şimdi çeşitli işyerleri vardır.

Doğu cephenin dış kısmında, İnebey Hamamı’nın karşı köşesinden aşağıya doğru sıra ile ahşap dükkânlar yapılmış; iç kısmında ise ortada kemerli olan yerde umumi helâlar, yan taraflarında ise ahşap dükkânlar vardır. Helâların kuzey tarafında Mustafa ustanın marangoz dükkânı ve bu dükkânın bitişiğinde de 1948 yılına kadar Âdem ağanın fırını vardı.

İç kısımda, helanın güney tarafında ise Hulusi ustanın marangoz dükkânı ve onun yanında da Nuri’nin kahvehanesi vardı; buraya ihtiyarlar kahvehanesi denirdi; hele yaz aylarında Çınarların gölgesinde esen ılık rüzgârda burada oturan ihtiyarlar tatlı sohbetler yaparlar; namaz vakti geldiğinde Ulucami’ye giderlerdi; çünkü 1953 yılına kadar yakında olan Mecnundede Camisi kapalı ve 1965 yılına kadar Güngörmez camisi keresteci dükkânı idi

Fırının yan tarafı yol ve köşedeki büyük Çınar yolun ortasında idi. Buralarda 1948-50 yıllarında iki bina yapıldı; koca Çınar köşede sıkıştı ve buradan, Güngörmez Camisinin yanından Tahtakale’nin içine giriş için dar bir yol bırakıldı. Hâlbuki burası daha sonra genişletilecekti; kaldı gitti.
Güngörmez camisinin yanından Tahtakale’ye girişte, şimdiki balcı Celal’in dükkânın olduğu köşede Tesbihlioğlu bakkaliyesi vardı. Burası şehrin en zengin bakkaliyesi olup, en ekstra mallar satılırdı. Çarşıya girenler bu dükkândan gelen Kayseri pastırmasının, Yemen kahvesinin kokusu ile karşılaşırlardı. Bu dükkânın yanında, batıya doğru sarı Kasap, bakkal Hasan, Şarapçı Ahmet’in meyhanesi, yine bir bakkal dükkânı ile Çarıkçı İlyas’ın dükkânı, burada küçük bir çıkmaz sokak vardır; bu sokakta Kazım Beyin Sabunhanesi bulunmaktaydı.

Yine iç kısmın batısında, köşede ciğerci Veli, yanında Hacı İsa ile oğlu Muharrem’in manav, Hacı Mustafa Ebeoğlu’nun zeytinci, çarıkçı Veysel ve manav Hakkı’nın dükkânları vardı. Üst köşeden caddeye çıkışta, Vahit ustanın aşçı dükkânı bulunmaktaydı.

Bu cephede dış tarafta, alt köşede Çongaralılar kahvehanesi, babam Hacı İsmail’in Semerci dükkânı, dayım Reşat ustanın Saraç dükkânı, Kurbağa İsmail ustanın zahireci dükkânı ile Semerci dükkânı ve üst köşede Tahtakale’nin en büyük perakende olduğu gibi toptan satış yapan Hafız Mehmet Nuri Vercan’ın bakkal dükkânı vardı.

Dar sokağın üst taraftaki köşede ise eşekçi İbrahim’in dükkânı vardı; İbrahim efendi burada babası ve iki oğlu ile çalışırdı. Küçük ama neler satmazdı ki, mevsimine göre taze, kuru sebze, meyve, yine mevsiminde balık, akla gelen her şey. İşte bunun için İbrahim Efendi “ben eşeği boyar babama satarım” derdi, bunun içinde lakabı “eşekçi İbrahim” olmuş.

Güngörmez Camisinin bahçesi şimdiki kadar değildi, caddenin kenarına kadardı ve caminin batı yanı Haziresi idi, burada mermer taşlı mezarlar vardı.

Güngörmez camisinin giriş yerinde camiyi yaptıran Abdullah efendinin kabri bulunmaktadır, mezar taşında “Banii Hazelmescid Abdullah efendi ruhU için Fatiha sene 970” (1562) yazılıdır; yanında Pınarbaşı suyu akan bir hayrat çeşme vardı; şimdi yok.

Bu cami Vakıflar idaresi tarafından keresteci İbrahim efendiye kiraya verilmiş; İbrahim efendi, halim selim bir kişiliğe sahip idi. Burada yılda on buçuk ay kereste ticareti yapar; Ramazana on beş gün kaldığında malını yan taraftaki hazireye taşır; içersini boşaltır; boya badana yaptırır; halılar, kilimler yayardı. İçerisini olduğu gibi, bahçesini de renkli ampullerle aydınlatır; İmam, Müezzin temin eder ve Ramazan boyunca burada akşam, teravih ve sabah namazı kıldırtırdı.

İbrahim Efendi, sadece caminin temizliği, namazı ile meşgul olmak; masraf yapmak değil, bir de garibanları sevindirmekti. Ramazanda her akşam iftarlıklar hazırlar, yolcular garibanlar gelirler; burada tatlısıyla, tuzlusuyla yer içerlerdi. Özel bir de çaycısı vardı. Ramazan boyunca bahçede ocağını kurar; gelen giden cemaate çay verilir; para alınmazdı.

Teravih namazından sonra burası bayram yeri gibi olur; çevre esnaftan bazıları evlerinden minderlerini, nargilesini getirenler olurdu. Hoş sohbetler sahura kadar devam eder ve yine yolcular, garibanlar sahur yemeklerini yerler; sabah namazı kılınır; İbrahim efendi camiyi kapar evine gider; ertesi gün ikindiden sonra camiyi açardı.

İbrahim Efendi bu kadar masrafa ve eziyete neden katlanırdı, kendi ifadesi ile “Ramazan dışında benim kazancım bana yetiyor, artıyor biraz da öteki taraf için emek sarf edeyim” derdi, nitekim İbrahim efendi 1965 yılında vefat etti.

Caminin batısında Çelebiler caddesine kadar olan sırada da kemerli dükkânlar vardı; burada bir terzi dükkânı, bir bakkal dükkânı, bir dondurma külahı imalatçısı ve köşede de kereste bıçkıcısı bulunmaktaydı.
Atatürk Caddesi şimdiki hale getirilirken bu sıradaki orijinal kemerli dükkânlar yıkıldı, yerine de 1965 yılında Sümerbank binası yapıldı, (şimdi SGK binası)
Bu köşeden Çelebiler caddesine girişte sol tarafta, Tahtakale içine girişe kadar, orijinal kemerli dükkânlar vardı. Buraları şahıs eline geçmiş olduğu için 1950-60 yılları arasında yıkılıp yerine şimdi görülen yeni binalar yapıldı.

Güngörmez Camisinin ön tarafında daha önceleri Kapananı’nın devamı varmış, 1902-1906 yıllarında Vali Reşit Mümtaz Paşa yolu genişletmek için hanın yarısını yıktırmış; ama yerine birçok ahşap dükkân yapılmış.

Burada Güngörmez Camisi hizasından şimdiki İşçi Bulma Kurumu binasına kadar olan caddenin ortasında bir ada, iki yanında bir çok dükkânlar vardı ve yolun cami karşısına gelen kısmında Güngörmez fırını ve diğer ucunda da Horozcu Hamdi’nin çayhanesi bulunmaktaydı. 1948 yılından itibaren Vali Haşim İşcan, buraları yıktırdı; şimdiki görünüm ortaya çıktı. Burada dükkânı yıkılanlara da Tahtakale’nin içinde dükkânlar yaptırdı.

Tahtakale’nin batı cephesi aynı idi, burada bir değişiklik olmadı. Tahtakalenin iç kısmı ise depremde yıkılan kısımların molozları ile doldurulmuştur. Esas zemin bugün görülen seviyeden elli santim civarında daha aşağıdadır; bu gün gerçek zemin görülememektedir.

Burada şimdi anıt eser olarak anılan kapalı çarşı gibi bina vardır, yeni yapıldı, burası aslında bir anıt eser değildir, 1855 yılındaki depremden sonra buraya dağ köylülerinin mallarını satmaları için, kerpiç dolgulu, dört duvar bir çatısı olan adi bir kapalı yer yapılmış. Burada Belediyenin bir memuru durur; mal getiren köylüler mallarını sattıklarında Belediye ye belirli bir harç öderlerdi. Vali Haşim İşcan, Atatürk caddesindeki dükkânları istimlak ettirdiğinde buranın içine, dışına dükkânlar yaptırdı.
İç kısımda karşılıklı sıra dükkânlar vardı; Hacı Rasim, Sabri Tolu ve Niyazi efendinin kasap dükkânları, Hasan Varnalı ve oğlu Bekir’in sakatatçı dükkânı, Hacı Hüsnü Kaymak’ın peynirci dükkânı, Ali Tırpan ile oğlu Fahrettin’in manav dükkânı, ayrıca iki de bakkal dükkânı bulunuyordu.

Dış kısımda ise kuzey cephede sıra dükkânlar yapıldı. Bu cephenin doğu ucundan batıya doğru sırasıyla: Berber dükkânı, Belediye Zabıta Karakolu, Tesbihlioğlu Bakkaliyesi, Mustafa, Osman ve Hasan ustaların Berber dükkânları vardı.

Buraları bir yangında yandı ve her ne hikmet ise hiçbir özelliği olmayan buraya anıt eser dendi; iş büyütüldü ve büyük paralarla şimdiki yeni bina inşa edildi. Burası Tahtakale işhanının bahçesi ve belki de burada Koza Hanın da, Fidan Hanın da olduğu gibi bir Havuz, Mescit vardı.

Tahtakale iş Hanı Bursa da en büyük işhanlarından olduğu için, burası da diğer Hanlar, Hamamlar gibi restore edilmeli ama iyice araştırılmalı; esas zemini ortaya çıkarılmalı,
; kesinlikle aceleye getirilmemelidir.

Güngörmez camisinin yanındaki ve iki tarafındaki üç tane Çınar ağacı ile Tahtakale’nin içindeki Çınarlar bu gün 150 yaşına yaklaşmış birer tabii anıttır.

Dağ köylülerinin gelip ihtiyaçlarını giderdikleri Hanlar önemli bir yer tutar. Bu Hanlar ahşap yapılı olup, Çelebiler caddesinde Pekmez Hanı, Veziri caddesinde Çerkez Hanı, Aralık Hanı, Fışkırık caddesinde Tahıl Hanı ve İnebey Caddesi’nde Hürriyet Hanı vardı. Alt katları hayvanların muhafaza edildikleri ve üst katları da insanların istirahat ettikleri Hanlardı.
Bu Hanların giriş kapılarının yanlarında Kahvehane, avlusunda Nalbant vardı, üst katlarda tek olduğu gibi birden fazla yatağı olan odalar bulunmaktaydı, o devirlerin otelleriydi buralar.

Bir de Çelebiler caddesinde Nalbant Eşref ustanın hanı vardı; Nalbant Eşref Çakar, hanı işletirken giriş yerinde de ocağı ile nal imalatı ve Nalbantlık yapardı. Sonra burası Rüstem ağanın Hanı oldu. Veziri caddesinde de Semerci Hacı İsmail ustanın hanı vardı; buraları sadece hayvanların kalacakları Hanlar olup, sadece Nalbantları bulunmaktaydı

Bu Hanlardan Tahıl hanı yıkıldı yeri park oldu, Pekmez Hanı, Çerkez Hanı, Aralık Hanı ve İsmail ustanın Hanları yenilendi modern İşhanı haline getirildi; Hürriyet Hanı ise Otel olmuştu; sonra kapandı ve halen de uzun yılardır kapalı… Rüstem ağanın Hanı ise dükkân oldu.
Şimdiki gibi karayollarının olmadığı o devirde, dağ köylüleri çoğunlukla eşeklerle mallarını getirirlerdi; pek fazla at bulundurulmazdı; çünkü uzun yolda, inişte çıkışta eşek daha dayanıklı olur; bir de Katır yetiştirilirdi.

Hayvanların çok olduğu eski devirlerde Semercilik, Nalbantlık, Saraçlık çok iyi meslekler idi.

Çelebiler caddesinde, çıkışta sağ tarafta Karyağmaz İsmail, Caminin kıble tarafında Hacı Ahmed Dede, sol tarafta babam Hacı İsmail ve üst tarafta Kurbağa İsmail, bir de Veziri caddesinde aynı zamanda hanı olan Hacı İsmail ustaların Semerci dükkânları vardı.

Çelebiler caddesi Hanların ve Semercilerin bulunduğu cadde olduğu için yaz aylarında, caddeden eşek bolluğundan geçilmezdi, bunun için de bu caddeye “eşekçiler çarşısı” denirdi.

Bu caddede babamın dükkânının yanında bir de Saraç dükkânı vardı. Babamla kardeş çocuğu olan Reşat usta da hayvanların koşumlarını tamir ederdi.
Artık o hayvanların olduğu Hanlar, Semerciler, Saraçlar, Nalbantlar yok.

Tahtakale mahallesinin batı yanında şimdiki Kazım Baykal caddesinin olduğu cadde Bursa’nın Tabakhanelerinin olduğu yerdi, Çakırhamam’dan yukarıya çıkışta sol tarafta sıra ile Deri işleyen Tabak dükkânları vardı; yolun sağ tarafında görülen apartmanlar 1955 yılından sonra yapıldı. Buraları Tabakların derilerini kuruttukları sahaydı.

Bu yolun orta yerinde ve bir de yolun en üst ucunda iki tane Değirmen vardı; bunlar Palamut Değirmenleri idi. Palamut Meşe ağacının meyvesidir; bu meyve olgunlaştığında, köylüler bunları toplar; bu değirmenleri çalıştıran dayım Mahmut ustaya getirir; satarlardı.

Buradaki Veziri Camisi Mahmut Usta tarafından, Vakıflar İdaresinden kiralanmış olup; Palamut deposuydu. Aldığı Palamutları bu Camide çok katlı, elek telli raflar yaptırmış, Palamutları buraya yayar; kurutur; ondan sonra Değirmenlerinde öğütür; Tabaklara satardı, Palamut unu deri imalatında en önemli bir malzeme idi.

Tabak dükkânlarının önünde, bir metre kadar genişlikte akan bir derecik vardı; bu su Veledi Veziri Camisi’nin karşı tarafında Anibaldan kalma Pınarbaşı suyu deposundan bir kanal ile gelir; her iki Değirmenin çarkını döndürür; alttaki değirmenden çıktıktan sonra yer altından, yan taraftaki Tabak dükkânlarının önünden, aşağıya doğru akardı.
Bu suyun buradan açıkta akmasının sebebi de Tabak dükkânlarında işlenen derilerden çıkan parça, pislik bu suya atılır; etrafa mikrop yayılması, koku yapması önlenmiş olur ve Çakır Hamam önünde de Kanalizasyona akardı.

1952 yılında Tabakhaneler Soğanlı Köye taşındı; oraya yeni Tabakhaneler dendi. Buradaki caddenin adı da Tabakhaneler Caddesi iken, Temiz cadde adını aldı ise de şimdi Kazım Baykal Caddesidir.

Tahtakale tarihi bir çarşı olduğu kadar, birçok ekaliyete mensup kişilerin bir arada yaşadığı, ticaret yaptığı, hoş sohbetli bir çarşı idi.

Osmanlı Medresesi mezunu olup ta çok farklı bir disiplin ile yetişmiş kişiler, dağ köylülerinin Aral Türkçesi, Tatarların Tatarca, Arnavutların Arnavutça, Boşnakların Boşnakça, Gürcülerin Gürcüce, Kürtlerin Kürtçe konuşmaları renkli bir yaşantı ortaya çıkarmış; böylece yıllar yılı kardeşçe yaşanmış bir çarşı idi Tahtakale!

Çocukluk yıllarımın geçtiği bu çarşıda bir defa kavga olduğunu görmedim. Bazı farklı ekaliyete mensup kişiler, kendi aralarında konuşurken münakaşa ettikleri görülürdü. Ama o zamanki kültür seviyesi günümüzdeki gibi değildi; yaşlı kişiler, böyle bir olayı gördüklerinde hemen araya girerler, münakaşanın uzamasını önlerlerdi. Hatta “kim hangi ekaliyetten olursa olsun, hepimiz aynı İmamın arkasında namaz kılıyoruz; ayrı gayrılık yapmayın” derlerdi. Ve münakaşa hemen orada tatlıya bağlanırdı. Kin ve öfkenin devamı da ayıp ve günah sayılırdı.

Tahtakale’de bugün dahi unutamadığım bazı isimler vardır; Zeki Müren’in babası Kaya Bey’in keresteci dükkânı vardı. Zeki Müren’in dedesi bıçkıcı Hacı Mehmet ustanın, Güngörmez Camisinin karışı tarafında kereste biçen, şerit testereli bıçkıcı dükkânı vardı. 40 lı yıllarda Zeki Müren sarı şeritli şapkalı okul elbisesi ile her gün ikindi zamanlarında, okul kapandığında dedesinin dükkânına uğrardı. Dede çok güzel ud çalar; torun da gelince beraber meşk yaparlardı.

Eynebey Hamam’ını çalıştıran Hasan Efendi ile Çakırhamam’ı çalıştıran Mustafa Efendi, Veziri caddesinde fırını işleten Hacı Musa, peynirci Ali Rıza, sarhoş Arif ve hacı Halil İbrahim, Pişirim fırıncısı Ramazan ve oğlu Kaya, Bayi Mustafa, Bakkal gözlüklü İsmail, çarşının en yaşlısı kömürcü Süleyman dede ve daha birçokları.

Hele, bekçi Bahtiyar ağa hiç unutulmaz; ancak kendi inisiyatifi ile birçok işler görürdü. Her gün ikindiden sonra çarşıya gelir; Hacı Musa’nın fırınında onun bir dolabı vardır. Çarşıyı gezer; bakkallardan peynir, zeytin, helva ne verirlerse alır; manavlara uğrar, meyvelerden ne verirlerse alır; başka ne yiyecek bulursa hepsini kucak kucak toplar; fırındaki dolabına yerleştirir; fırıncı Hacı Musa da ona yetki vermiştir. Her gece ne kadar ekmek isterse, fırında gece çalışanlar verirler.

Çünkü Bursa bugünkü Bursa değildi; milletin çarıkla gezdiği yıllardı. Köylü malını getirmiş; para etmiş ise ne mutlu! Gece handa yatar; istirahat eder; evinin ihtiyacı olan yiyecek, giyecek ne varsa alır; ertesi gün mutlu bir şekilde köyüne döner; ya malı para etmemiş ise! Mesela özenerek yetiştirdiği fasulyeleri çuvala doldurmuş, geliyor ama yolda yağmur yağmış; fasulyeler kızışmış; rengini değiştirmiş; beş para etmez; o köylü aç kalmıştır.

Bursa’ya iş aramak için doğudan birçok insan gelir; iş bulursa ne ala, ya iş bulamaz ise…

İşte bizim bekçi Bahtiyar ağa, bunlar için her gün yiyecek toplar; akşam saatinden sonra aç insanları doyurur; han parası bulamayanları alır; hanlara taksim eder; parasız yatmalarını sağlar; onun için Bahtiyar ağa hangi dükkâna girerse boş çıkmaz.

Helâcı Ahmet dayı, Bursa Hapishanesinden Gardiyanlıktan emekli olmuş; Tahtakale’deki helâya bakar, Ahmed dayı aynı zamanda leylek bakıcısıdır. Her yıl ilkbaharda Bursa’ya Leylekler gelir; Tahtakale’de çınarların dallarına, binaların damlarına yuvalarını yaparlar; sonbaharda giderlerken, yaşlı, hasta, sakat olanlar gidemez; burada kalırlar.
Ahmet dayı helânın önündeki Çınarın dibine bir kulübe yapmış; kasaplardan et alır; balıkçılardan balık, aşçılardan yemek bulur; o leyleklere bakar, doyurur, tedavi eder, çarşıda herkes de bu konuda yardımcı olurdu.
İşte insanlık bu denecek kadar ibretlik olaylar olur; bir sene uçamayan, gidemeyen leylek o kışın burada bakılır, tedavi olur; ertesi yıl uçar giderdi.

Söğüşçü kör Ali hiç unutulmaz; Tahtakale’nin gülü idi; camlı üç tekerlekli arabası ile gelir; Çongaralılar kahvehanesinin önüne, köşe başına park eder; çenesi hiç durmaz; “taze söğüş, al yanak, kiraz dudak, yağlı göz, akıllı beyin vaaar” diye bağırır; gerçekten de nefis söğüş yapardı.

Hele bir Kelesli, dondurmacı Kaya Ali vardı ki, çarşının en gevezesi idi. Sulu dondurma denen bir çeşit yumuşak dondurma yapar; öğle saatlerinde Pekmez hanının karşısına tezgâhını kurar “alı alıverin, Gaya Âlinin bu dondurmasından yiyi yiyi verin” diye adeta hiç nefes almadan bağırırdı. Müşteri gelirse susar; gelmezse “madem bu dondurmadan almayıveceğdiniz de niçin bana yaptıraveğdiniz” diye yine bağırırdı.

İkindiden sonraları da yaz aylarında ayran, kış aylarında boza satan Şaban ağa da unutulmaz. Boza içmenin de bir kültürü olduğunu anlatırdı. “ekşi tatlı boza” diye bağırır ama sağ elinde büyük bir güğüm Boza, sol elinde bir su ibriği, göbek hizasında da bardakları sıralı; peki ekşi, tatlı boza nasıl oluyor. Bozayı sade olarak içersen ekşi bozadır; ben tatlı istiyorum dersen, o zaman bardağın üstüne tarçın serper; boza da tatlı olur.
İstanbul’un en ünlü dolandırıcısı, makara Mehmet Tahtakale’nin müdavimidir. Evi Fışkırıkta idi. İstanbul’a giden Bursalı tüccarları korur; dolandırılmalarını önler; ama ya kendisi… Onu da anlatmayayım.
Tahtakale’de daha böyle birçok kişi vardı ki hatıraları unutulmaz! Çapraz Ali, Deli Kerim, Sucu Hafız İbrahim, Kahveci Bekir, Cambaz Topal, Kaya Ali, Kürt Hurşit vs. anlatmak çok uzun olur; hepsinin mekânları Cennet olsun.

ARAMA YAP