Bayram Sarıcan ile sözlü tarih görüşmesi

1933-1934 yıllarında 5 yaşında Türkiye’ye geldim. Önce Çorlu’ya sonra Bursa’ya yerleştik. Çok fakirlik çektik. Yazın takunya, kışın kara lastik ayakkabıyla gezerdik. Manto, kaban hiç görmedik. En çok kiremitçi mahallesinde oturduk. Ortaokulu dışarıdan bitirdim.

İlkokula giderken okul tatillerinde otomobil lastiğinden çarık yapan İbrahim ustanın yanına çırak olarak giderdim. Çıraklar sabah namazından evvel dükkanı açar, temizler, camları siler, kışın mangalı yakardı. Usta sabah namazından çıkıp gelince dükkanı tertemiz bulurdu. Biz önlüklerimizi giyer ustamızı beklerdik. O gelirken yanında kahvaltılık bir şeyler getirir, birlikte kahvaltı ederdik. Ustamın yeri Ulucami’den dik aşağı inen yoldaydı. Otomobil lastiğinden çarık yapardık. Yazın annem o çarıkları bize giydirmezdi. “Kış için yeni kalsın, bir daha sana alamam” derdi. Yokluk yıllarıydı. Şu an ki Hayat Hastanesi’nin tam karşısında Gemlik Hanı, Orhangazi Hanı vardı. Gemlik’ten, Orhangazi’den köylüler at arabalarıyla gelirler. O hanlarda hayvanlarını bırakırlardı. Gemlikten gelenler Gemlik Hanı’na, Orhangazi’den gelenler Orhangazi Hanı’na, İnegöl’den gelenler Eskişehir Hanı’na, Yenişehirlilerde Çancılar’daki Yenişehir Hanı’na gelirlerdi. Kemalpaşa Hanı, Karacabey Hanı, Hoca İlyas İlkokulu’nun orada da hanlar vardı. Oraya da karşıdaki köylüler gelirdi. Okula bitişik çok büyük bir han vardı. Şimdi apartman oldu. Orada bir gece kalırlar ertesi gün köylerine dönerlerdi. Bir beygir arabasında 10 kişi olurlardı. Silahlar ellerinde, köpekler yanlarında. Çünkü can güvenliği yok. Dağ köylerinden gelenler de Tahtakale’deki hanlara gelirlerdi.

13 yaşında Ulucami’de hafızlığa çalışırken, kırık dökük bir merdiven vardı. Kazım bizi o merdivene çıkartır, elimize üzerine santimleri yazmış olduğu bir çubuk verir, camideki yazıları ölçtürürdü. Daha o yaşta kendisini tanımıştık. Daha sonrada Eski Eserleri Sevenler Kurumunda birlikte yöneticilik yaptık. Bursa milletvekili Cemal Külahlı ve Kazım Baykal hocayla beraber çalıştık.

80-100 sene evvel, Murattepe diye bir yer var, orada her sene peştamal kuşanılırdı. Çıraklar ustalığa veya kalfalığa yükselirdi. Ben orayı görmek maksadıyla 70 küsur sene evvel bir kez gittim. Ustası çırağına bundan sonra ustasın diye bir belge verir.

Ben uzun süre tekstil işiyle ilgilendim. 46 senedir çarşıdaki Ticaret Borsası’na ait dükkanlardayım. İyi bir düzen kurduk. Şimdi tamamen çocuklarıma bıraktım. Üretimimizin %75’i dış,  % 25’i iç piyasaya gidiyor. İki tane firmamız var. Biri Tekstaş Tekstil Ticaret Anonim Şirketi, diğeri ise Sarıcanlar Tekstil.

Pirinç Han vakıf tarafından yapılmış, sonradan tamamen şahısların eline geçmiş. Şu an da orada Celal Bayar’ın dükkanları var. Geyve Han Geyveli biri tarafından yapılmış. Yeşil Camisi’ne vakfedilmiş. Buradan gelen gelirler Yeşil Camisi’ne tahsis ediliyor ve cami ayakta tutuluyor. Koza Han vakıf yeri bir tane vakfın dükkanı yok. Orhan Camii’nin altında İç Kozahan var. Padişahın hayvanlarının ahırı olarak yapılmış. Orası da elden çıkmış. Uzun Çarşı’dan aşağıda Gelincik Çarşısı var. Orası da hamamdı. Ulucami Hamamı da vardı. Perşembe Hamamı, Reyhan Hamamı vardı. Evlerimizde banyo yapacak yer yoktu.  O yüzden 50 kuruş verir oralarda banyo yapardık. Ben o hamamlara çok gittim.

Bakırcılar Çarşısı’nda evvela bakırcılar, keçeciler, kalaycılar, köfüncüler, tornacılar, çeyiz sandığı yapan sandıkçılar ve bir tane dokuma fabrikası vardı. 1958 yangınında o çarşı ahşap olduğu için tamamen yandı. Hepsini tanıyorum, hepsi gözümün önünde şu an.

Ulucami ile meşgul olmak çok güzel bir şey. Ulucami yapılırken kubbeler örülüyor. Kubbelere harcı nasıl çıkartıyorsun? Malzemeyi nasıl çıkarıyorsun? Yukarıda samanla, harç karıştırılarak kubbelerin üstü sıvanıyor. Onun üstüne kurşun kaplıyorsun, nasıl çıkarıyorsun? Gemlik’te yaşayan Dimitri adında biri Ulucami ile ilgili kitap yazmış. Gerçi bende yazdım. Mollafenari’den itibaren kiremit künk döşeniyor. Oradan suyu veriyorlar Ulucami’nin üstüne kadar su, kot farkından çıkıyor. Suyun ilk çıktığı yer çok yüksek, oradan geliyor burada 30 metre yukarı çıkıyor. Ama orada yani kaynağında su 80 metre yukarıda. Uzunçarşı’yı geçin Ulucami’ye doğru dönün, yukarıya doğru çıkıp, minare hizasına gelince dönün minareye bakın. Orada bir çeşme sitili göreceksiniz. Oraya da bir çeşme yapılmış. İşte o çeşme bu sebeple yapılmış.

Ulucami’nin orta kapısında, sağ tarafta tepede gamalı haç, Süleyman mührü gibi üç tane motif var. Onu kimse bilmiyor, kimse fark etmiyor. Bu konuyla ilgili bazı şeyler anlatıyorlar ama aslı şudur. Evvela çok eskiye gidelim. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih ettiği zaman bütün devlet adamlarını toplanmıştır. “Paşaların, vezirlerim, askerlerim Allah’ın inayetiyle biz Konstantine’yi fetih ettik. Sakın ola ha onlar başka türlü inanıyor diye, başka türlü ibadet ediyor diye onların ibadet hanelerini asla yok etmeyesiniz. Onların mallarına, canlarına, iffetlerine asla el sürmeyesiniz. Benim bu söylediklerime uymazsanız hakkınızdaki iradeyi seniyem çok şiddetli olacaktır” diyor. “Ve aynı çatı altında, cami yok orada, henüz kilise var, onlar doğuya doğru yönelip ibadet edecekler, sizde aynı çatı altında kıbleye doğru dönüp ibadet edeceksiniz.” Şimdi Ulucami’nin oradaki o işaretler; burada hem Müslümanların, hem de Hıristiyanların, Musevilerin ibadet edebilecekleri yerdir, onlarda burada ibadet edebilirler anlamına gelmektedir. Onun işaretidir. Yani bir Hıristiyan gelse burada ibadet edebilir. 1854 depreminde 20 kubbenin 18’i yıkılmış. Sadece 2 kubbe kalmış. Aynı zamanda da yangın çıkmış.  Ulucami’deki köfeke taşları tamamen yanmış. Beyaz badana yapmışlar camiyi. 1950 yılında beynelminel bir mimar vardı ve onlar dediler ki bu sıva sonradan yapılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü ihale ile birçok mimara Ulucami’nin restore işini verdi. Ama hepsi yapamayız diye bıraktılar. Sonradan Kayserili bir mimar aldı işi. O köfeke taşları tekrar yapıldı. İşte onu bilemiyorum. O zaman mı yapıldı bu işaretler, yoksa çok daha evvelden de var mıydı?

Sibel Gök tarafından 11.03.2010 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP