Ahmet Gökdereli ile sözlü tarih görüşmesi

1948 Maksem doğumluyum. Sanat Okulu mezunuyum. Mesleki dersler Tophane’deydi. Normal dersler, Demirtaş’taydı. İlkokuldan sonra beş senenin son mezunuyum. Benden sonra, altı seneye çıktı. Sanat Okulu’ndan sonra Yüksek Tekniker Okulu’nu bitirdim. Babamın adı İbrahim… Babam da Maksem doğumlu. Dedem Sarayova’dan İnegöl’e geliyor. İnegöl’den de 1900’lerde Bursa’ya geliyor; şu anki Temenyeri köprüsünün başındaki eve yerleşiyor. Şu an orada köprünün hemen girişinde fırınımız var. 157 m2 bir evdi istimlâk edip köprüyü yaptılar. Sonra bize bir daire verdiler.

1956 – Ahmet Gökdereli’nin Sünnet Gezisi

Babam İbrahim in bakkal dükkânı vardı. Dedemden kalmaydı. Aynı zamanda da 1960’lı senelerde muhtardı. Ben 1970 yılında evlenince, mahalleden çıktım.

1958 – Ahmet Gökdereli’nin Atatürk İlkokulu 3-A Hatırası

Eskiden herkesin lakapları vardı. Muhallebici İsmail, bakkal Hakkı, kömürcü yanık Osman… Muhallebici İsmail vardı; babası kurtuluş savaşında birliklere yardım etmiş. Gürcü Mustafa denirdi. Maksem Köprüsü tahtaymış; yunan kaçarken orayı yakmış. 11 Eylülü anma törenlerinde orada bir ateş yakarlar. Temsili bir tören yaparlar. Milislerin oradan aşağı inişlerini canlandırırlar. Yunan, o köprüyü Bursa’nın kurtuluşundan bir gün önce, kaçarken yakmış. Muhallebici İsmail, Bakkal Rıza, bakkal Sabri…

Yanık Osman’ın karısı Fatma Hanım teyze, günde 3-4 paket 3. sigarası içerdi. Mahalledeki herkesten ve her olaydan haberi olurdu.

1962 – Ahmet Gökdereli Maksem Kahveli Bahçe’deyken

İlkokuldan eve gelirken bakarız; kapının üstündeki ip sarkıksa, annemiz evde. İp yoksa annemiz yok; gezmeye gitmiş. Kimin kapısından ip sarkıyorsa, o eve sorgusuz girerdik. O zamanlar, herkes birbirini tanırdı. Düğün yapacak mesela, hangi ev müsait? Bahçesi büyük? Bu ev. Elektrik hangi evde varsa, hemen kablolarla o evden elektrik çekilir. Büyükler, imkânı olanlar yardım ederler; düğünler öyle yapılırdı.

1970’li yıllar Maksem Cami’nin Karşısı

Sünnet cemiyetleri yemekle olurdu. Faytonlarla, sünnet çocuğu gezdirilirdi. Araba yoktu. Faytonlarla Emirsultan’a gidilir. Sünnetler yemekli ve mevlitli olurdu. Herkesin bahçesi vardı. En kötü ihtimalle sokakta yapılırdı.

Maksem’de evvelden otobüs yoktu. Sonradan otobüs kondu. Tek atlı piliçkalar vardı. Yaşlılara tutardık. Zenginler de faytonla çıkardı. Çok sarhoşları da sahiden köfünle çıkarırlardı. Hani küfelik olmuşsun derler ya… Aynen öyle sarhoşları köfünle evine getirirlerdi.

Bir de her Pazar kahvede mutlaka biri bıçaklanırdı. Pazar günü evden salmazlardı bizi. Kenar muhit olduğu için olumsuzluklar yaşanırdı.

Mesire yeri Temenyeri ydi. Ana baba günü gibi olurdu. Eskiden Maksem Caddesi yoktu.

Maskem in orada su depoları, eski evler vardı. Ama yol yoktu. Yukarı doğru çıkarken büyük bir kaya var. Yol bitiyor; bir metre genişliğinde bir yol kalıyor. Aşağısı uçurum, dere! Aşağı yukarı 20 metre var. Hepsi de içkici. Kaç kişi düştü oradan. Adamlar gelir; oradan geçerken emekleye emekleye geçerler. Ondan sonra kalkar; yıkıla yıkıla yürürlerdi.

1970’li yıllar Uludağ Yolu, Demirkapı Üstü

Biz yüzmeyi o derede öğrendik. Saim abinin bir kamyonu vardı. Cumadan ya da cumartesiden derse ki; Pazar günü Mudanya’ya gidiyoruz. Çoluk çombalak bütün mahalle kamyonun arkasında biner; Mudanya’ya giderdik. Yokluk… Kış olduğunda Mollafenari’den kızağa biner; Ulucami’ye inerdik. Bir de yukarı çıkması var. Araba falan yoktu; postaneden yukarıya araba çıkmazdı. Annemiz, babamız; kızlar, erkekler merdivenle geceleri kayardık.

O zamanlar Heykel de idamlar olurdu. Seyretmeye kızaklarla giderdik. Mahalle kavgaları yapardık. Kız arkadaşlığı mümkün değildi. Başka mahallenin delikanlısı mahalleye gelip;  bir kıza yan gözle bakacak… Mümkün değildi. Aynı yerden iki kere geçemezdi. Hemen dayağı yerdi.

Okula giderken bizim evde elektrik yoktu. Yırtık gezmek ayıptı; yamalı gezmek değil. Babamın elbisesi terziye gider. Ters yüz edilir; bize bayramlık olur. Babamız, kendisine yenisi alırdı.

Elektrik, mahallede vardı ama her evde yoktu. Suyumuzu mahalle çeşmesinden alırdık. 1950 sonu 1960 lı senelerde evlere almaya başladık. Parası olan elektriği eve alabiliyordu. Tesisat döşetecek para yoktu. O tesisatı döşeyebilecek adam da bulunmuyordu. Ben ilkokula giderken gaz lambasında ders çalıştım.

Temenyeri’nde bir su var dağdan geliyor. O zaman kimsede buzdolabı yok ki. Akşamüzeri herkes evden su bidonunu alır; çeşmeye su doldurmaya gider; ama en azından 150-200 kişi sırada olurdu. Buz gibi su içmek için mecbursun.

Akşam ezanı okundu mu evde olmak zorundasın. Akşam yemeği, akşam yemeğinden hemen sonra yenir. Eğer geç kalıp da yemeği kaçırdın mı bir daha yemek yok. Tabi annemiz babamıza çaktırmadan bizi doyururdu. Babamız da sözüm ona görmez. Sonra oturur annemiz onun bir çıkısı vardır. Artık gömlek mi yamayacak; pantolon mu yamayacak onları yamardı. Akşam namazı okunmadan annemizin eve gelmesi şart… Başka türlüsü mümkün değil. Mesela, benim dedem altı sene felçli yattı. Hafız’dır kendisi. Her gün oruç tutardı. Ramazan ve kurban bayramı hariç… Çünkü dinimizde sadece bu iki bayramda oruç tutamazsın. Bunun bir nedeni vardı. Neden her gün oruç tutuyorsun. Bunu ben birçok kişiye sordum. Kimi sağlık dedi; kimi dini inanıştan dedi.” Hayır “dedim. Çok basit bir nedeni vardı. Neydi biliyor musunuz? Annem genç kadın… Eğer iki öğün yerse dışarıya ihtiyacını fazla yapacak. Fazla yapmamak için oruç tutardı. O zamanki düşünce oydu. Mahalledeki bütün insanlar, birbirine hürmetli, saygılı… Kimse kimseye saygısızlık etmezdi; edemezdi. Hele bir komşumuz bizi bir nedenden dövmüş olsun… Babamız duyduğunda bir de ondan sopa yerdik. Sen ne yaptın da seni dövdü diye. Bir yere çırak falan verdikleri zaman “eti senin kemiği benim” derlerdi. Orada ustadan sopa yediğin zaman gelip babana söylersen birde babandan sopa yerdin.

Babalarımızın zamanında Maskem’deki kahvelerin önünden kadın geçemiyor. Arkada Mollafenari’ye çıkıp oradaki sokaktan köprünün başına iniyor öyle yoluna devam ediyor. Temenyeri’nden kadınların yalnız başına geçmesi mümkün değil.

Rahmetli babam, bakkallığı bıraktıktan sonra her sabah saat dokuzda kahveye giderdi. Televizyon vs yok. Kahvedekiler, her sabah gazeteyi baştan sona kadar okurdu. Başka okuma yazma bilen yok. Her sabah, babamı beklerlerdi kahvede. Şu zamanda parayla tutsanız bile iki gün gider; sonra kaçar. Hiçbir beklentisi olmadan babam, her sabah satır satır gazeteyi onlara okurmuş.

Sibel Gök tarafından 27.07.2010 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP