Adviye Dizdar ile sözlü tarih görüşmesi

Biz Yugoslavya’dan 1928-30 yıllarında gelmişiz. Eşimde aynı şekilde Yugoslavya’dan 1925-1926 tarihlerinde gelmişler.

1954 – Adviye Dizdar Aile Fotoğrafı

1932 yılında İnebey Caddesi’nde, İnebey Hamamı’nın karşısındaki büyük binada dünyaya geldim. Genç kızlığım Fışkırık Caddesi’nde geçti. Evlenince tekrar İnebey Caddesi No: 26’ya gelin geldim.

1955 – Vildan ve Reşat Barışıcı’nın düğün Törenleri

İnebey Caddesi’nde Dobalı Hafız vardı. Kendisi çiftlik sahibiydi. Mithatpaşa Okulu’nun altında otururdu. Mithatpaşa Okulu’nun olduğu yerde, amcamız Faik Barışıcı’nın eviydi. Hem ev, hem okul olarak kullanılıyordu. Fuat Bey, Sebahat Hocahanımın babasıydı. Onlarda komşularımızdı. Çiftlik sahibi Kemal Bey ve karşımızda Doktor Devletkuşu vardı. Eskiden Tahir Paşa’nın konağı olan evde Burhanettin Bey oturuyordu. Ayriyeten o konağın yakınında 24 saat içinde askerlere yapılan bir ev vardı. Burhanettin Bey’ler mallarını kaybettikten sonra askerler için yapılan o evde oturmaya başlamışlardı. Onun altındaki ev eskiden okulmuş. Sonradan tütün deposu oldu. Biçenler orayı aldılar; müteahhide verdiler ve apartman yaptırdılar. Altımızda Münire Hanım vardı. Yaşlı bir hanımdı. Dikmen Otel’in sahibinin kayınvalidesiydi. Onlara 41 anahtarlılar derlerdi. Çok malları, mülkleri vardı. Başka bir komşumuz olan Nedim Aktar, aynı zamanda Dikmenlerin damadı oluyordu. Şaban Sirkeci’lerin süthaneleri vardı. İslam, Şaban, Cemal Sirkeci üç kardeştiler. Şaban Sirkeci’nin yeri Dilek Sineması’nın karşısında; şimdiki Kırcılar Mağazası’nın olduğu yerdeydi. İslam Sirkeci’de İnebey Caddesi’nden aşağıya inerkendi. Birinin de dükkânı Setbaşı’nda, köşedeydi. Sami Pala’lar da eski komşularımızdandı. Biraz altımızda Çamlıbel ailesi vardı. Mefaret İnal hanımlarda İnebey Caddesi’nde oturuyorlardı.

1935 – Beytullah, Yahya, Abdülkadir, Mustafa, Ali, Necati, Mustafa

Evimiz çok güzeldi. İki taraftan merdivenle; büyük, iki kanatlı kapısına çıkılırdı. İçeri girince büyük bir sofa vardı. Karşılıklı üç tane oda bulunmaktaydı Yukarı merdivenle çıkılırdı. Merdivenlerin tırabzanları çok işliydi. Üst katta büyük bir sofa ve üç oda vardı. En alt katta, çimentoluk dediğimiz yerde; bodrum ve kilerimiz bulunmaktaydı. Mutfak bahçedeydi. Yaz, kış o mutfağı kullanıyorduk. Bahçede bir de Pınarbaşı suyumuz vardı. Yazın soğuk, kışın ılık akardı. Suyun küçük bir havuzu vardı. Yazın orada karpuz, kavun soğuturduk. Bahçemizde her çeşit çiçek vardı.

Komşularımızla ilişkilerimiz çok iyiydi. Birbirimize sık sık gidip gelirdik. İhtiyacımız olduğunda, bir sıkıntımız olduğunda birbirimizden alırdık. Karşı komşumuz Burhanettin Bey’lerin ev anahtarlarının biri bizde dururdu. Evlerinde antika eşyaları çoktu. Bir komşumuzun arabası vardı; bizi alır Gündoğdu’daki çiftliklerine götürürlerdi.

Sabah erkenden kalkardık; kayınvalidem ve kayınpederim mangalda yapılmış kahvelerini içerlerdi. Sonra gelin, yani ben kahvaltıyı hazırlardım. Kahvaltıdan sonra kayınpederim giderdi. Hemen oturma odası temizlerdik. Konu komşu sabah kahvesine gelirdi. Saat 9.00 gibi yaşlı hanımlar kayınvalideme gelir; 10.00-10.30 gibi de gençler gelirdi. Bazen biz ziyarete giderdik. Öğleden sonra günleri sonradan başladı. Ayın 7 ve 8’i benim kabul günümdü. Çok kalabalık olduğu için iki gün yapıyordum. Evde kayınvalidem olduğu için gelen giden çok olurdu.

İlkokula Süleyman Çelebi Okulu’na gittim. 3. Okul olarak biliniyordu. İnebey Caddesi’ndeki Biçen Apartmanının olduğu yer eskiden okulmuş. Ben 1950 yılında evlendiğimde tütün deposuydu. Şimdi ise Biçen Apartmanı oldu.

1968 – Hamdi Dizdar’ın Sünneti

İnebey Hamamı’nın karşısında Aslan Barışıcı’nın bakkal dükkânı vardı. Meşhur fırıncı Kaya’ya hazırladığımız börek, balık vb. gönderir, pişirttirirdik. Çamaşır yıkadığımız günlerde kayınpederim bize evde yemek yaptırmazdı. Bazen palamut alır, fırında pişirtir; bazen de kuru fasulye pişirttirirdi. O gün çok yorulduk diye, bize hazır yemek getirirdi.

Kız istemeye gidilir; verilirse o gün söz kesilir. Arkadan erkekler gelir; nişanı getirir. Kız hiç çıkmaz, damat gelmez. Eşimi ilk kez nikâh işlemleri sırasında gördüm. Düğün günü karar verilirdi. Gelin almaya gelinirdi. Gelin evden çıkarılırken, kimse görmesin diye kapının iki yanına çarşaflar gerilirdi. Gelin, oğlan evine gidince; gelin görme olurdu. Düğünün ertesi günü paça yapılırdı. Benim paçam Tahir Paşa Konağı’nda olmuştu. O evin büyük bir bahçesi vardı. Ben 1950 senesinde evlendim. Eşimin ismi Necati Dizdar’dı. Dizdar, kale komutanı demektir. Eşimin ailesinden biri Yugoslavya’da bir yerde kale komutanlığı yapmış.

Cenazelerde ilk önce karşı komşuya haber verilir; sonra akrabalara duyurulurdu. Hısım, akraba herkes toplanır. Konu komşu 7 gün yemek getirirdi. Yedinci gününde, kırkında ve elli ikisinde Kuran okunurdu. Cenazeler evlerde yıkanırdı. Biraz yukarda bir komşumuz vardı. Onu çağırırdık; o gelir cenazeleri yıkardı.

Mahallemizde doğumlara beni çağırırlardı. Tam 9 tane göbek kestim. Tabi yanımda ebede olurdu; ama ebe gelene kadar doğum yapan kadının başında ben dururdum. Mahallemizde kurşun döken, kırık/çıkıklara bakan kimseler yoktu. İncirli Caddesi’nde birisi vardı; kırık/çıkık için ona gidilirdi.

Doğumdan sonra, hısım akraba tebriğe gelirdi. 3. gün hoca çağırılır; bebeğin kulağına ezan okuyarak, adını koyardı. Loğusa mevlidi okutulur; gelen akrabalara örtü dağıtılırdı. Loğusa yalnız bırakılmazdı, yanına demir parçası (anahtar vs.) konurdu.

İlk televizyon Tahir Paşa Konağı’ndaki Burhanettin Bey’lere gelmişti. Ondan sonra da Devletkuşları televizyon aldı. Burhanettin Bey’lerin zaten bir anahtarları bizde dururdu. Çocukları olmadığı için benim çocuklarımı çok severlerdi. Onlara sık sık televizyon izlemeye giderdik. Televizyonu biz epey geç almıştık; ancak buzdolabımız 1950 yılında gelin gittiğimde vardı.

Ramazanlarda erişte ve yufka yapardık. Biçenlerin evinin bahçesi çok büyüktü. Komşular orada toplanır, yufkalarımızı orada açardık. Bazı komşularımız sahura kalkamazdı; onları sahura kaldırırdık. İftar davetlerimiz olurdu. Kayınpederim ilk olarak hocaları iftara çağırırdı. Daha sonra da sırasıyla hısım akrabayı iftara davet ederdik. Mahallemizde 2-3 tane fakir fukara vardı. Kayınvalidem onları mutlaka yemeğe alırdı. Yaşlı bir amcamız vardı; 2-3 günde bir gelir; kapının önünde ona sofra hazırlar, yemek yedirirdik. Bir de kimsesiz Şükriye Hanım Teyzemiz vardı; o da Ramazan da bütün konu komşuyu gezer, iftara giderdi. Bayramlarda herkes baklavalar yapar; çoluk çocuğuna kıyafetler alırdı. Meyve suları yoktu, gazoz alır; gelen herkese ikram ederdik. Erkekler sabah erkenden bayram namazına giderdi. Kayınpederim 9 kardeşti. Camiden çıkınca ilkin en büyük ağabeylerine giderlerdi. Oradan bir küçüğe, derken bütün akrabaları gezerlerdi. Bana geldiklerinde benim çocuğumu da alır giderlerdi. Derken epey kalabalık olurlardı. Bir bayramda bana 100 kişi gelmiş. Karşı komşum dikkat etmiş, o bana söylemişti. Kadın erkek ayrı otururdu. Beş ayrı yerde soba yakardım. Erkekler, kadınlar, çocuklar, genç kızlar derken; hepsi ayrı odalarda otururdu. O yüzden bayramlarda beş ayrı yerde soba yakardım. Bir de kayınvalidem bayramlarda tuzlu sütlaç yapardı. Bunun müdavimleri vardı. Bayramlarda gelirler; illaki tuzlu sütlaç yiyeceğiz derlerdi. Normal sütlaçta çok yapardık.

Eskiden çoraplar hep yamanırdı. Kayınvalidem Pazar günü çiftliğe giderken hepimizin çoraplarını toplar; o gece çiftlikte kalır; çorapları yamar, ertesi günde getirir, hepimize dağıtırdı. Yumurta denen ahşap bir şey vardı. Çoraplar onunla yamanırdı. Yorgan çarşafı, yatak çarşafı hep yamanırdı. Pantolonların dizleri yamanırdı. İnce kadın çorapları kaçınca, örgüye verilir, ördürülürdü. Eskiden herkes çok tutumluydu. Ne de olsa savaş görmüş kimselerdi. Yokluğun ne demek olduğunu biliyorlardı.

SİBEL GÖK tarafından 23. 10 2010 tarihinde görüşülmüştür.

ARAMA YAP