Prof. Dr. Emin ÇARIKCI
1939 yılında Kırcaali’nin Tuzluk köyünde doğdum. 1950 yılında ailecek önce Balıkesir’e, 1954’te de Bursa’ya göç ettik. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, MEB hesabına, ABD’den ekonomi dalında master derecesini ve doktora unvanını elde ettim. Hacettepe Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra, Ocak 1998’den beri, Çankaya Üniversitesi, İİBF, Uluslararası Ticaret Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktayım.
Bursa’nın Genel Görünümü
1950’li yıllar ve 1960’ların ilk yarısında Türkiye’de sanayileşme henüz başlangıç aşamasında olup, işsizlik, fakirlik diz boyu ve kanaatkârlık ise hat safhada idi. Bu dönemde yamalı pantolon ve ayakkabı giymek çok yaygındı. Mahallelerden çarşıya (Heykel ve Kapalıçarşı bölgesine) genellikle yayan gidilip gelinirdi.
1954 – 1964 döneminde, babamla birlikte, yaz aylarında Bursa’da manavlık (sebze ve meyve satıcısı) yapmış bir kişi olarak bu dönemdeki bazı esnaf davranışları ve dayanışmaları ile ilgili hatıralarımı bugünkü nesillere aktarmayı uygun buldum.
1950’li yıllarda Sebze Hali bugünkü Bıçakcılar Çarşısı’nda, bugünkü Adliye Sarayı ise Bursa Hapisanesi idi. Şehirlerarası Kamil Koç otobüsleri ise Ulucami’nin solundaki meydandan kalkıyordu. Kiremitci Mahallesi Bursa’nın en sonunda idi. 1959’dan itibaren de Çınar Mahallesi kurulmaya başlanmıştı.
Bursa’da pazarcılığı merhum babamla birlikte haftada üç gün sabit sergimizin olduğu Köylü Pazarı’nda, 3 günde mahalle pazarlarında yaptım. O zamanki Köylü Pazarı’nın kenarında esnaf sergileri vardı. Bu pazarın ortası ise sadece köylülerin sebze, meyve, baklagiller ve soğanını satabildiği bir yerdi.
Sebze Hali’nden, at arabası ile sebze ve meyvelerimizi pazara, pazardaki boş meyve ve sebze sandıklarını da akşamları sabit sergimize, sabahları da Hal’e taşıyorduk. Eve gelip akşam yemeğini ancak akşam 10.00’da yiyebiliyor, sabahları da saat 7.00’de kalkıyorduk. Bursa’nın uzun yaz günlerinde defalarca terleyip kuruyor ve günde en az 14 saat çalışıyorduk.
Salı günü Muradiye Pazarı’nda, Çarşamba günü Namazgâh ve Cuma günleri de Yıldırım Pazarı’nda, Pazartesi, Perşembe ve Cumartesi günleri de Köylü Pazarı’nda sergi seriyor, Pazar günleri de dinleniyorduk.
Çınar Pazarı’nın Kurucusuyum
1960 yazında Köylü Pazarı’ndan sergi komşumuz olan Ahmet ve Besim Ağalara ricada bulundum. Gelin beraber Koğuk Çınar’ın etrafında Pazar günü sebze – meyve sergisi açalım dedim. Çınar Mahallesi yeni geliştiği ve satıcı olmadığı için çok tatlı alışveriş oluyordu. Sebze Hali Pazar günleri kapalı olduğu için Cumartesi’den bu mahalledeki evimize bir at arabası dolusu meyve sandıklarını dizer, 5 kardeşim de istediği meyvelerden istediği kadar yerdi. Çınar Pazarı’nın kurucusu olarak, günümüzde yüzlerce pazarcının ve 10 binlerce müşterinin alış veriş yeri olan bu mekânı, her Bursa’ya uğradığımda hala ziyaret etmeye çalışıyor ve eski günlerimi yad ediyorum.
Bazı Esnaf Dayanışmaları
Babamla birlikte sebze yerine, domates hariç, sadece meyve satıcısıydık. Domatesi biraz ucuza satıp, müşteri çekme aracı olarak kullanıyorduk. Diğer bazı hatıralarıma gelince;
—- Çınar Mahallesi’nin Kırcaali Sokağı’nda, 60’ına merdiven dayamış olan, Arnavut asıllı bir komşumuz bir işte çalışmıyordu. Babamın yatsı ve sabah namazlarında cami arkadaşı olan Nazım Amca’ya, babam bir gün “çalışmayanı Allah’ta sevmez, kul da, çalışmak zorundasın” der. O’da “ben inşaat işçisiyim, yaşlandığım için iş de bulamıyorum” dediğinde, “bizim gibi manavlık yap, ben sana bir terazi alayım” der ve alır.
Nazım Amca Hal’den bir türlü meyve satın almasını beceremez. O zamanlarda meyveler 30 – 40 kg alan derin sandıklara dolduruluyordu. Yıldırım Pazarı’ndaki sergimize gelip, iki ayrı armut sandığı gördüğümde, “Baba sergi yeri zaten dar, bu iki armut sandığını neden koydun” dedim. Babamın cevabı “Komşu mal alamamış, 10 sandık armuttan birini ona verdim. Sağdaki sandık Nazım Amca’nın soldaki de bizim” dedi.
İtiraz ettim. “Baba, aynı ağaçtan toplanmış armut aynı sergide olur mu?” diye sordum. “Nazım Amcan sergi yeri de bulamamış, bu sandık burada duracak, herkesin nasibi ayrı” diye diretti. O yıl üniversite 2. sınıf öğrencisi olmama rağmen susmak zorunda kaldım. Çünkü “anaya – babaya asi olunmaz (karşı konulmaz)” terbiyesi almıştım. Hoca ezan okur, babam ve Nazım Amca camiye gider, ben ise komşunun malından sattığım paraları karıştırmamak için uğraşmaya devam ederdim.
O yıllarda “herkesin nasibi ayrıdır” felsefesi genellikle geçerliydi. Acil bir işimiz çıktığında sergimizi komşuya bırakır, sergi komşumuz sergiye gelen müşteriyi çalmak yerine, sizin malınızı satar ve paranızı takdim ederdi.
—- 1963 yılında İktisat Fakültesi son sınıfında (yılında) idim. Sömestr tatilinde, kışın Bursa’ya geldiğimde genellikle her gün Bat Pazarı’ndaki akrabam Mehmet Ali Duralı’yı ziyaret eder, esnafla içli – dışlı olurdum. O zamanlarda her mahalleden ancak 1 – 2 kişi üniversitede okuyabildiği için, çarşıdaki esnaf bana çok sıcak davranıyordu.
Bursa Bit (Bat) Pazarı 1960 başlarına kadar eski elbise veya eski eşya pazarıydı. 1963 – 1964’ten itibaren ise genellikle yeni konfeksiyon takım elbise ve pantolon çarşısına dönüşmeye başladı.
Bir gün Bursa’ya tatile geldiğimde akrabam Mehmet Ali Aga benden yardım istedi. Akşam dükkânda sayım yapacaktı. Ceketleri, pantolonları ve kumaşları teker teker saydık, değerini hesapladık. Saat gece yarısı 2.00 oldu. “Abi, kumaşların hesabında 23m x 27 TL’yi veya 28 m x 33 TL’yi çarpacağımıza, yuvarlak hesap yapsaydık, mesela 25 x 25 = 625, 30 x 30 = 900 gibi, en az 2 saat erken bitirirdik” dediğimde aldığım cevap: “Kalan malı kuruşu kuruşuna bilmek zorundayız. Çünkü yıllık kazancımızı hesaplayıp zekât vereceğiz…” oldu.
— Mehmet Ali Duralı halen daha sağ. Bat Pazarı’nda işine devam ediyor. 1987 yılında sohbet ederken içeriye sivil giyimli bir er girdi ve bir pantolon beğendi. Fiyatını sordu. Cevap 110 TL. Çıkardı 110 TL’yi takdim etti. Mehmet Ali Ağa pantolonu bir kâğıda sardı ve “kardeşim, pazarlık yaparsın diye 10 lira fazla istedim, bu senin hakkın” deyip 10 TL’yi iade etti. Demek ki, Bursa’da nesli tükenmiş esnaflarımız halen yaşıyor.
— 1950 – 1960’lı yıllarda Bursa’nın en meşhur terzisi Altın Makas firmasıydı. Bu firmanın bir kalfası olan terzi Tevfik, Bat Pazarı’ndaki han içerisindeki dükkanında yıllarca terzilik yaptı ve ısmarlama takım elbiselerimizi dikti. Terzi Tevfik 1964 yılında başarısız bir mide ameliyatı geçirdi ve ağır hastalandı. Ziyaretine gelen çok samimi arkadaşı Mehmet Ali Aga’ya ailesini ve çocuklarını emanet etti. Mehmet Ali Duralı, rahmetlinin ailesine bıraktığı bir arsa üzerine, zekâtından küçük bir ev yaptırdı ve 10 yıl sonra da oğlunun bütün düğün masraflarını karşıladı.
— Resmim de görüldüğü gibi, lise son sınıfta iken, 1958 yılında Köylü Pazarı’ndaki sergimizden aldığım çuvaldaki terazi, dirhemler ve pazar tablası ile Namazgâh Pazarı’na giderken Heykel önündeki bir fotoğrafçıya çek çek dedim. Fotoğrafçı, ağabey “bu kılıkla mı fotoğrafını çekeyim, pantolonun yamalı?” dedi. “Çabuk çek, hatıra olur” dedim. “At arabasından önce pazarda olmam gerek” deyince geri geri giderek fotoğrafımı çekti. O zamanki fotoğraflar sadece siyah – beyaz idi.
Fotoğrafçı, “ağabey, bu fotoğrafı büyütürsek boncuk gibi akan terleriniz açık bir şekilde görünecek” deyince, “kaç para?” dedim. “Büyük boy 3 lira, küçük boy 30 kuruş” dedi. Günde en az 14 saat çalışıp, sadece 3 – 5 lira kazanabildiğimiz için 3 lira bana çok pahalı geldi. Küçüklerden bir düzine bastırdım. Kardeşlerime ve akrabalara dağıttım. O zamanlarda fotoğraf çektirmek oldukça lüks idi. 2 yıl sonra aynı fotoğrafı büyütmek için Heykel önündeki o fotoğrafçıyı aradım. İşi bıraktı dediler. Kendisini araştırdım, maalesef bulamadım. Hala içim yanıyor.
Saygıdeğer Bursalı hemşehrilerim. Sizleri bir nebze olsun 50 – 60 yıl öncesine götürebildiysem ne mutlu bana. Kalın sağlıcakla.
4-5 Mayıs 2010, Ankara